Merhaba değerli dostlar.
Bu hafta sizlerle hangi konuda sohbet edeyim diye düşünürken bir dosta rastladım. Aramızda sizinde ilginizi çekeceğini umduğum bir sohbet oldu, paylaşayım istedim.
Arkadaşım biraz dertliydi. Bende biraz deşip yardımcı olayım istedim.
Konu insandı. Bir insan nasıl yetişir. Kişinin doğumundan ölümüne kadar geçen hayat hikayesi hangi şartlar gerçekleşirse o kişi hem kendine hem ailesine hem de insanlığa daha faydalı biri oluyor.
İnsan için en önemli toplumsal figür elbette ki aile. Kişi anne baba ve kardeşlerinin olduğu bir ortamda karnı tok sırtı pek, sevgi ve ilgiden mahrum olmadan büyürse elbette ki merhametli, şefkatli yardımsever, vs.. duygularla donanmış olarak büyüyor.
Ancak sadece bunlar o kişinin istenen vasıflara haiz olduğu anlamına geliyor mu?
Kişi eğitim hayatına başladığında kendi seçmediği öğretmeni ve yine kendi seçimi olmayan kişilerle aynı çatı altında yaşamak durumunda kalıyor. Ve bu ortamda kendi meşrebince kendine yakın bulduğu kişilerle arkadaş olarak kendine ailesi dışında yeni bir çevre ediniyor. Çünkü aile artık o bireye yetmemeye başlıyor.
İşte tam burada arkadaşım diyor ki: Bu süreçte günümüz gençliğinin en önemli eksikliği olarak terbiye yoksunluğu göze çarpıyor.
Nasil yani diyorum: Çocuk ailesi ve okuldaki öğretmenlerinden terbiyeye ilişkin öğrenmesi gerekenleri öğrenip içselleştiremiyor mu?
Hayır diyor dostum. Nedeni ise terbiyenin artık toplum olarak gündemimizde yer almadığından bahsediyor. Artık terbiye önceliklerimiz arasında değil diyor dostum ciddi ciddi.
Bir an çocukluk yıllarıma gidiyorum. Bizim karnelerimizde hal ve gidiş diye bir not vardı. Bu not çocuğun arkadaşları ve öğretmenlerine karşı olan davranışları sonucu belirlenen bir nottu. Bu notun aslında özü o çocuğun terbiyeli olup olmadığının ailesine bildirimiydi.
Sonra rahmetli ablamın eşinin Sümerbank fabrikasında çalıştığı yılları hatırladım. Eniştem fabrikanın terbiye bölümünde çalıştığını söylerdi. O zamanlar bunun ne anlama geldiğini pek anlamıyordum. Ancak bugün fabrikadaki kumaşların bile terbiye edildiğini düşününce aslında terbiyenin ne kadar önemli bir kavram olduğunu anlıyorum.
Kumaş terbiye edilerek daha kaliteli hale geliyor, hayvanlar terbiye edilerek daha ehil hale geliyor ise neden bugün terbiye insan eğitiminin olmazsa olmazı olmaktan çıkarıldı.
Neyse arkadaşım devam ediyor. Her şeyin birbirine girdiği günümüzde bireyin sağlam bir temel üzerinde yetişmesi için nelerin hangi ölçüde önemli olduğunu anlatmaya başlıyor.
Kişi özellikle köyden şehre göçle birlikte oluşan tüm olumsuzlukları biraz olsun tolere edebilmesi için bir yere kök salması, bir şehre mensup bir mahallede doğup büyümesi, aynı arkadaşları ile ilk, orta lise hatta üniversite hayatı olmasının önemli olduğunu vurguluyor.
Kişi yirmi ile otuz yaş aralığında ailesinden ayrılıp kendi ailesini kurmak istediğinde ister kız ister erkek olsun eş seçerken kimsenin aklını beğenmediği o yaşlarda eğer etrafında bir şekilde kendine yakın gördüğü aklıselim birileri bulunursa ondan sonraki hayatı ile ilgili alacağı karar genellikle olumlu, yok eğer kimseyi dinlemeyip kendim karar vereceğim diyorsa bu karar genellikle olumsuz oluyor.
Arkadaşım diyor ki. Kişi hangi eğitim seviyesinde olursa olsun, hangi yaşta olursa olsun muhakkak birilerinin rehberliğine ihtiyacı oluyor. Bu rehberliği reddetmek ya da kabül etmek o kişinin yaşam sürecini çok kesin bir şekilde etkiliyor. Eşimle aramdaki problemleri ben çözerim, çocuklarımı ben kendi bildiğim şekilde yetiştiririm, kimseyi takmak, amca bilmem dayı bilmem, hele anne babaya hiç danışmam derse bilsin ki ne kendi ne de o yok saydığı sevdikleri mutlu olabiliyor.
İşte diyor dostum: Terbiye edilmiş insan kendisinin önünü aydınlatmak isteyenlere sırtını dönmeyen, kendisine uzanan elleri havada bırakmayan, benlikten sıyrılıp biz gömleğini giymeyi başarmış kişidir.
O kişi ki hem kendi hem de etrafındakilerin mutluluğu için gereken adımları gerekli zamanda atabilme gücü olan kişidir.
Yine dostum diyor ki: Hayat doğumdan itibaren her geçen gün zorlaşan bir süreçtir. Bu nedenle eş dost hısım akraba, özellikle anne baba duası, kardeşler arası dayanışma gibi halis duyguları hayatımıza kattığımız ölçüde hayatımız daha rahat ve huzurlu olacaktır.
En önemlisini de sona sakladım: Mutlu ve huzurlu ailenin de, sağlıklı toplumunda temeli evlenmek isteyen erkeğin eş seçiminde annelik vasfını öncelikli kriter olarak belirlemesidir. Amacı anne olmak olmayan ya da önceliği olmayan bir kadınla yapılan evlilik yapılacak en büyük hatadır. Aslında hayvanla insan bu konuda benzeşiyor. Hayvanlar birleştikten sonra erkekler dişiyi kendi haline bırakıp başka dişiler peşine düşüyor. Tüm sorumluluk dişiye kalıyor. Aslında insanlarda da bundan çok farklı değil. Akıllı erkek eş olarak anneliği önceleyen bir kadın seçerse daha baştan mutlu ailenin temeli atılmış olur.
Kadın öyle güzel terbiye edilmiş olsun ki; Hem kendi ailesi hem eşinin ailesi, hem çevresi hem de çocukları evdeki tüm yetkinin kocada olduğunu sansın, ancak tüm işlerin kendi eliyle döndüğünü kimse anlamasın.
Erkeğin hem kendi ailesinde hem de toplum nezdinde ki saygınlığı kadının kocasına gösterdiği saygıdadır.
Benden söylemesi…
Ben de dostuma bir daha ki sohbete kadar diline sağlık diyorum.
Görüşünceye kadar sağlıcakla kalın.