Ak Parti geçtiğimiz günlerde 18. Kuruluş yıldönümünü kutladı. Türkiye’nin kesintisiz en uzun süre iktidarda kalan partisinin kuruluş yıl dönümü münasebetiyle bir değerlendirmede bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçim sonuçlarının estirmiş olduğu olumsuz havayı dağıtmak amacıyla Mevlana’dan alıntı yaparak “ Dünle beraber gitti cancağızım/ ne kadar söz varsa düne ait/şimdi yeni şeyler söylemek lazım” diyerek değişimin gerekliliğine vurgu yaptı.

Hepimiz yeni şeylerin peşinde koşar dururuz. Yeni olan her şey eskinin pabucunu dama atar.

Örneklendirelim: Yeni bir bebek, henüz iki üç yaşında olan bir çocuğu bir anda ikinci plana iter, tüm ilgi yeni doğan’a yönelir. Yeni bir araba, yeni bir ev, yeni bir elbise, yeni bir çevre istisnasız herkesi heyecanlandırır.

Yenilik, özelliklede ülke yönetiminde uzun süredir bulunan partilerde söylendiği kadar kolay değildir. Çoğu zaman her türlü çabaya rağmen söylem olarak kalır ve fiiliyata geçemez. Neden derseniz değişimin söylemini dillendiren kişiler kendilerinin de değişmesi gerektiğini ya anlamazlar ya da işlerine gelmez. Kendisini değiştirmeyen ya da buna yanaşmayanların da değişim ve yeni şeyler söyleme nutukları baki kalan bu kubbede hoş bir sada olarak kalır.

Aslında Ak Parti iktidar olduktan sonra belirli aralıklarla bazen belli, bazende belli etmeden değişime uğrayarak bugünlere geldi. Hala ülkenin en büyük partisi konumunu korumasına rağmen ve yerel seçimlerin kendi içinde farklı anlamlar içerdiğini bilmesine rağmen yerel seçim sonuçlarını gerektiğinden fazla ciddiye alıp değişim gerektiğini en yüksek makamdan dillendirdi.

Büyük başın büyük derdi olur. Bir dağın eteklerinden bir kaya kopsa çevresinde fazla bir etki oluşturmadan kendi başına yuvarlanır ve bir süre sonra kimseye fazla bir zarar vermeden durur. Ancak dağın yükseklerinden bir ya da birkaç kaya yerinden oynatılıp yuvarlandığında düzlüğe inene kadar beraberinde irili ufaklı bir çok kayayı da beraber aşağıya indirir. İşte İktidar partisinin değişimi bu denli yüksek perdeden seslendirmesinin temelinde bu kaygı ve panik havası var. Eski cumhurbaşkanı, eski başbakan ve eski ekonomiden sorumlu bakanın partileri ile olan bağlarını koparıp yeni bir yola girmeleri iktidar partisinin yeni şeyler söyleme zamanının geldiğini belirtmesindeki en önemli etken olsa gerek.

Bize göre iktidar partisinin yeni şeyler söylemesinin önündeki en büyük engel Genel başkan Erdoğan’dır. Cumhurbaşkanı öyle aşamalardan geçti ki artık bazı şeyleri geri döndürmesinin imkânı kalmadı. İktidara geldiği 2002 de söyleyecek çok sözü, gerçekleştirecek çok vaadi vardı. O günden bu güne çok şey söyledi, çok şeyi vaat etti ve bunların birçoğunu da gerçekleştirdi. Bugün geldiği noktadan yani başkanlık ve özelliklede reislik unvanlarından sıyrılıp yeniden halkla iç içe olmasının pek bir imkânı gözükmüyor. 2002 de iktidar olduğunda halkıyla olan iletişimi ile bugünkü başkan ve reis unvanlı Erdoğan’ın halkıyla iletişimi arasında kendisinin bilse farkına varmadığı devasa farklar var. Her şey nasıl geride kalıyorsa başkan ve reis olana kadar ki Erdoğan’da geride kalmıştır ve hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktır.

Bu sözde 2001 de partiyi kurduğunda kendisinin söylediği bir sözdür.

Bu nedenle Ak Parti değişecekse veya değişmesi ille de gerekiyorsa değişime” Balık baştan kokar” atasözü gereği liderden başlamalıdır. Bunu da bizzat liderin kendisi yönetmelidir. Bu arada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu veciz sözünün dikkate alınması gerekir diye düşünüyorum ”Hiç kimse değişime karşı değildir, yeter ki ucu kendisine dokunmasın”.

***

Gelelim bu günkü diğer konumuza. Malum Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir belediye başkanları İçişleri bakanlığınca görevlerinden alınarak yerlerine o illerin valileri kayyum olarak atandı. 17 yıllık Ak Parti iktidarı sürecinde bölgenin en sakin günlerini yaşadığı da bir gerçek. Hal böyle iken 17 yıllık iktidar sürecinde Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde nice demokratik adımları cesurca atan bir parti bu kadar zaman sonra ve bu sükûnet ortamında böyle bir yola niçin tevessül etti.

Benim yazılarımı takip eden dostlarım bilir ki hem bugünkü demokrasi anlayışına hem de illerin yönetimi ile ilgili itirazlarım vardır. Benim düşünceme göre madem başkanlık sistemine geçtik, illerdeki yönetimi de bu doğrultuda yeniden tasarlamalı, kamu ve yerel yönetimi “Kamu ve Yerel Yönetim Başkanı” sıfatıyla organize edip, cumhurbaşkanı tarafından atanmalı fikrini benimseyen birisiyim.

Ancak böyle bir şey söz konusu değilken, daha beş ay önce seçime girmelerinde hukuki olarak bir engel görülmeyen kişilerin herhangi bir hukuki süreç başlatılmadan görevden alınmaları anlaşılabilir bir durum değildir. Bu davranış şekli bırakın dünyanın tepkisini bir yana, bölge insanının bir şekilde kırılmış gönlünü kazanmak için uzun yıllar çaba harmış bir partinin geçmişine de yakışmamaktadır.

Elinde bir sürü devlet imkânı var. Her attığı adımı izler, açtığı her ihaleyi denetler, demoklesin kılıcı gibi sayısız mülkiye müfettişlerini başlarından eksik etmeden attıkları her adımı denetleyebilirsin. Bu denetimler sonucu her şeye rağmen hukuka aykırı bazı şeylerin önüne geçemiyorsan hukuku devreye sokar ve hukuk eliyle bazı adımların atılmasını da sağlayabilirsin. Tüm bunlara rağmen yine de bazı şeylere engel olamıyorsan bölgede ki mevcut durumu öne sürerek o bölgeyle sınırlı olmak üzere olağan üstü hal uygulamasına geçebilir ve bu kapsamda bazı adımlar atar ve bu adımları da hem bölge insanına hem de dünya ya daha rahat anlatabilirsin. Tüm bu yollara tevessül etmeden ben yaptım oldu anlayışını çağrıştıran bu uygulama doğru bir adım olmamıştır. Bu çok kolaycı bir yaklaşımdır. Bu ben yaptım oldu anlayışıdır ve bu uygulama değişimden bahseden iktidar partisinin daha baştan çuvalladığının en belirgin emaresidir.

Ak Parti’de gerçekten bir değişim talebi varsa topluma yaptıklarını değil, yapacaklarını anlatmalı, özelliklede gelecekte nasıl bir toplum öngördüğünü detaylarıyla anlatmalıdır.

Tüm bunlara ilaveten bu konuda farklı söylemleri olan eski cumhurbaşkanlarına ve eski başbakanlarına yönelik Mahir Ünal’ın PKK ile aynı istikamette hareket ediyor suçlamasının da hiç şık olmadığını, İçişleri bakanı Soylu’nun vatandaşın temiz oyları açıklamasının çok gülünç olduğunu, çünkü oy verenlerin bilinçli olarak oy verdiğini aslında en iyi sayın bakanın bildiğini belirtmem gerek.

***

Bu günü şöyle sonlandıralım. Ak Parti bünyesinde uzun yıllar bulunmuş, eski cumhurbaşkanı Gül ve eski Başbakan Davutoğlu’nun ayrı ayrı parti kurma çalışması yürüttüğünü medyadan okuyoruz. Ali Babacan’a bir sözüm yok, çünkü siyaseten genç kuşağı temsil edebilir. Lakin 60 ve üzeri yaş kategorisinde olan Gül ve Davutoğlu’nun Türkiye gibi zor bir coğrafya da ve yönetilmesi zor bir ülkeyi yönetmek için artık geç olduğu kanaatindeyim. Gül’ün engin devlet tecrübesi, Davutoğlu’nun ise hem bilim insanı hem de devlet adamı olarak direkt olarak siyasi zeminden uzak, kitap yazarak, konferanslar vererek, BM, UNESCO benzeri uluslar arası kuruluşlarda görevler alarak hem mazlum toplumların hem de İslam Âlemi’nin birliği ve dirliği yönünde çalışma yürütmesi daha doğru olur kanaatindeyim.

Tekrar görüşünceye kadar sağlıcakla kalın.