Merhaba değerli dostlar.
Konumuz yeni bir nizam gerekiyor mu, gerekmiyor mu? Bu konuyu iyice anlaşılsın diye beş haftadır küçük detaylarla herkesin anlayabileceği bir lisanla anlatamaya çalıştık.
Örneklemelere devam edelim.
Biz, yani Müslümanlar herhangi bir yerde bilmediğimiz bir sofraya oturduğumuzda önümüze gelen yiyecekleri hiç sorgulamadan yer miyiz yemez miyiz? Elbet sorgularız, sofradaki içecek şarap mı yoksa meyve suyu mu, et helal et mi yoksa yenmesi kesinlikle haram olan bir et mi ? Hatta daha ileri gider, sofradakilerin helal yoldan mı yoksa haram kazançla mı elde edildiğini bile sorgularız.
Gelin görün ki bunları titizlikle sorgularken, hayatımızın her anını düzenleyen yönetim sistemini, o sistemin toplumsal kabül görmesine sebep olan kanunları ve düzenlemeleri nedense hiç sorgulamayız.
Sanki binlerce yıllık Türk töresi demokratik bir sistemle yoğrulmuş, bin yıldır şereflendiğimiz dinimizin temeli batı menşeli çok partili demokrasi sayesinde asırlarca aleme nizam vermiştir.
1800’lü yılların başından itibaren dünyayı etkisi altına alan emperyal kapitalist sistem Osmanlının paniklemesi ve yeni nesil aydınların sığ bir idrake sahip olmaları sonucu yeni cumhuriyetin de aynı sığ yaklaşımla tamamen batı kopyası bir sistemle kurulmasına neden oldu.
İki dünya savaşı bile alemi İslam’ın kendine gelmesine, uyanmasına vesile olamadı.
Şimdi şu sıralamayı dikkatle inceleyelim:
Emperyalizm:( Dünyayı para babalarının yönetmesinin ideolojisi).
-Kapitalizm:( dünyayı sömürecek olan para babalarının ortaya çıkması için gerekli olan serbest piyasa da denilen bireysel girişimciliği esas alan sistemin adı)
Demokrasi: Para babalarının ülkeleri kendi kontrollerinde tutabilmek için halka sundukları içi zehirli, ama öldürmeyen, sadece uyuşturan elma şekerinin adı.
Ve demokrasinin olmazsa olmazları olan Siyasi partiler: Ülkemiz kurulan ilk siyasi parti ittihat ve terakki idi. Meşruti monarşinin Osmanlıya gelmesine önderlik eden bu parti aynı zamanda imparatorluğun da yıkılmasının öncüsü oldu.
Cumhuriyetle beraber kurulan tüm siyasi partiler bir şekilde uluslararası sermayenin etkisi altında kaldı. Bazıları iyi niyetle çıktıkları yolda bir süre sonra, özellikle de iktidara gelmeleri sonucu devleti ve toplumu dönüştürme yerini kendilerini mevcut düzene göre dönüştürdüler ve bunun genellikle farkında bile olmadılar.
Şimdi işin özüne dokunup temel sıkıntının kaynağına inelim.
Kıssadan hisse: Fatih İstanbul’u aldıktan sonra bir gün çarşıyı gezmeyi murad eder. Dükkânın birinden bal alır, biraz da pirinç almak isteyince dükkan sahibi; “Sultanım ben siftah ettim, komşum henüz siftah etmedi, pirinci de ondan alsanız” der. Bu davranış genç sultanın çok hoşuna gider ve şöyle der:”Bu millet böyle kaldığı sürece bizi kimse yıkamaz” der.
Bazı sosyal bilimciler Osmanlının geri kalmasının temelinde bu anlayışın olduğunu, bu anlayışın rekabet ortamını oluşturmadığından geri kalındığını iddia ederler.
İslami bir devlet sistemi yoktur, ancak insanı aşağıların aşağısından, ahseni takvime çıkaran bir ahlak sistemi mevcuttur. Bu sistemin en önemli argümanlarından birisi de paylaşmadır.
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir”, Kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için istemeyen asla gerçek mü’min olamaz”, veren el, alan elden hayırlıdır “. Yukarıda ki hususlar İslami öğretinin temel taşlarıdır. Bu temel taşlarla İslam kimliğini oluştururken, diğer yanda her şey benim olsun, sadece ben kazanayım, benim çocuğum sınavda başarılı olsun, komşunun çocuğu da ne olursa olsun, bir makama gelmek için senden daha ehil bile olsa ve o kişi kendi öz kardeşin bile olsa torpille o makama gelme, sadece kazan ama nasıl kazanırsan kazan esaslı rekabetçi kapitalist düzen
İşlerinizi istişare ile yapın, tartışmayın, tanış olun ki işleriniz kolay olsun kültürü yerine. Sadece benim fikirlerim doğrudur diğerleri külliyen yanlıştır, onlar haindir, ben gelirsem her şey düzelir gerisi yalan diyen bir anlayışın zemin bulduğu adına çok partili demokratik sistem dediğimiz düzen.
Buradan gerisi haftaya, Hoşçakalın.