Bu toprağın yazgısı mıdır nedir, hep bir yerlerden durmadan şehitler gelir. Tarihe hiç girmeyelim, “sıksan şühedâ” fışkıracak kadar toprağı sulamış, gazâ meydanlarında toprağa düşmüş ecdattan bahsetmiyoruz; yaklaşık son kırk yıllık ihanetlerin eseri şehitler ordusunu kastediyoruz. Dışardaki saldıran düşmanın değil, o eşyanın tabiatı gibidir; içerde düşman yapılıp dağa çıkarılan kendi öz çocuklarının ihanetlerinden ve “eserleri”nden bahsediyoruz. Ruhları satın alınarak şeytanlaştırılmış, dağa çıkarılmış canavarların sebep olduğu; köylü-kentli, öğretmen-doktor, asker-polis kıyılan canları hesap ediyoruz; kırk yılda nerdeyse altmış bine ulaşmış insan kaybımıza yanıyoruz!...
Bu yüzden bitmez tükenmez harekâtlar, çatışmalar, son yaygın deyişle yurt içi-yurt dışı “operasyon”lar, “operasyon”lar!..Ve al bayrağa sarılı tabutlar!.. Tabutların başında ağlamaktan takati tükenmiş iki büklüm analar, ağlamamak için direnen gözleri dolu dolu babalar, kan çanağına dönmüş gözleri ve yüzleri solgun gelinler, korku dolu bakışlarla etrafı süzen çocuklar, ah o yetim kalan çocuklar!..
Kaçırılalı beş buçuk altı yıl olmuş rehineler, en azı üç yılı aşmış devletimizin 13 adet asker, polis ve diğer görevlileri nasıl oldu da bu kadar az gündeme geldi? Ailevî veya siyasî müracaatlar medyaya nasıl bu kadar cılız yansıdı? İki Başbakanın, bir Yeni Sistem Cumhurbaşkanının sorumluluk paylaştığı, davullu-zurnalı bilmem kaç tür seçimlerin yaşandığı zaman zarfında, kaçırılan çocukların devlete emanet olan hayatları nasıl konuşulmadı? İktidar ve muhalefet tarafından meydanlarda neden dile getirilmedi?. Niçin topyekûn kamuoyu baskısı oluşturulmadı? Tek tek kaçıran alçak terör örgütü belli, arkasında duran dış güçler belli, terör örgütünün uzantısı dediğiniz parti de meydan meydan propaganda yapıp halktan oy isterken, neden onlara sen önce kaçırılan çocuklarımızı teslim et, denmedi? Bütün bu şartlarda tarihinin en yüksek oyunu almayı, Mecliste kendi geçmişinin en büyük grubunu oluşturmayı nasıl sağladı? Bir taraftan büyümesine göz yumulurken, öbür taraftan hepten kapatma çabaları hangi mantığa dayanmaktadır? Kaçırılan çocuklarımızın aileleri, içe akıtılan gözyaşlarıyla en üst perdeden makamlara başvurduklarında onlara hangi sözler verildi? Bu sözler unutulmuş gözükerek, iktidarıyla muhalefetiyle bölücü olarak görülen partinin seçmen tabanından oy almak uğruna ne tür yarışlara girildi? En önemlisi de ailelere verilen sözler akılda iken, sorumlu mevkidekiler geceleri nasıl uyku uyudu?
Bir de katliam mahalline bakalım: Bu defa şehitlerin geldiği kaynak farklı; uzmanlar dışında kimsenin adını-sanını duymadığı, Kuzey-Irak’ta bir yer: Gara dağı. Ve sıra dağlar arasında, altmış derece meyilli, akıl alamaz sarp kayalar altında, üstün teknoloji marifetiyle yapılıp-çatılmış, donatılıp aydınlatılmış 8-10 odalı, mağara-saray!.. Ve mimarı, ellerine tutuşturulmuş 5-10 otomatik silâhla dağa çıkarılan baldırı çıplak militanlar, öyle mi?.. Onlar olmadığına göre kim, nasıl, hangi devlet, hangi güç; hangi plan-proje, teknolojik maharetle inşa ettiyse ifşa edilmeli ve bütün ilişkiler hesaba çekilmeli, değil mi?
Peki, böylesi bir yere yapılacak operasyonun hayatî maliyeti nasıl hesaplanamadı? 13 rehinenin kurtarılma ihtimali yüzde kaç üzerinden planlandı? Ölümle burun buruna gelen ve sıkışan cânilerin ilk yapacakları işin ne olacağı, nasıl ıskalandı? Asgarî istihbaratla azamî denecek boyutta bir operasyon neden göze alındı? İhmal varsa ihmalin, stratejik ya da taktik hata varsa onların hesabını kim verecek? Kimse hesap vermeyecekse, demokrasimizden, can güvenliğimizden, insan hak ve hürriyetimize sahip çıkılacağından ve nihayet devlete teslim ettiğimiz canlarımızdan nasıl emin olabileceğiz?
Kendimizi beli bükülmüş anaların, hicranını içine akıtan babaların, solgun yüzlü gelinlerin ve korku dolu bakışlarla kalabalıkları süzen çocukların yerine koyarak, içimiz kan ağlaya ağlaya sorular soruyoruz.
Ve içi kan ağlayarak cevap verecek, önce Allah’a, sonra vicdana, en nihayetinde millete söz vermiş sorumlular arıyoruz!..