Gönül ve ruh dünyamızı aydınlatan büyüklerimizi unutmamak adına O zatların, miladi ya da hicri vefat yıldönümleri geldiğinde, hayatlarına dair kısa bilgileri derleyerek her Cumartesi bu köşede yazmaktayım. Bu hafta ki gönül dünyamızı aydınlatan mümtaz şahsiyetlerden bazıları:

FAHREDDİN PAŞA

(d.1868 – ö. 22 Kasım 1948)

Türk kumandan, diplomat, Medine müdafii, 1868 yılında Bulgaristan'ın Rusçuk şehrinde doğdu. 93 Harbi'nden sonra ailesiyle birlikte İstanbul'a yerleşti. Mekteb-i Harbiye'yi birincilikle bitirdi. Edirne'nin geri alınışında görev aldı. 1. Dünya Savaşı başladığında 12. Kolordu komutanı olarak Musul'da görev aldı. Urfa, Zeytun, Musadağı ve Haçin'deki Ermeni isyanlarını bastırdı. 1916 yılında Medine'deki Hicaz Kuvve-i Seferiyesi komutanlığına atandı. İngilizlerin desteğinde isyana girişen Şerif Hüseyin’e karşı, kısıtlı imkânlara rağmen yaptığı Medine Müdafaası büyük takdir topladı. Türk orduları kuzeye doğru geri çekilmeye başladığında etrafındaki Türk birlikleriyle irtibatı tamamen kesilen Fahreddin Paşa şehri savunmaya devam etti.

30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesinden sonra 72 gün daha zor şartlarda Medine'yi savunmaya devam etti. Böylece 400 seneden beri süren bölgedeki Türk hâkimiyeti de sona erdi. İngilizler tarafından Türk Kaplanı ismi verilen Fahreddin Paşa, savaş esiri olarak Mısır'a sonra da Malta'ya gönderildi. 1921 de Malta'dan kurtulduktan sonra Türk Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere Ankara'ya geldi. Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından Güney Cephesi'nde Fransız Ordusu'na karşı savaşan Türk kuvvetlerini birleştirmekle görevlendirildi. 1921 de Kabil Büyükelçiliği'ne atandı. 1936 yılında Ferik korgeneral rütbesi ile emekli oldu. 22 Kasım 1948 de bir tren yolculuğunda Eskişehir yakınlarında geçirdiği kalp kriziyle vefat etti. Rahmetle anıyoruz.

ZEKÂİ DEDE

(d.1863 – ö. 24 Kasım 1897)

Klâsik Türk Mûsıkîsi’nin son büyük bestekârı. 1863′de İstanbul’da doğru. 18 yaşında hâfız oldu. Eyyubî Mehmed Bey’den ilk mûsıkîye başladı. Sonra meşhur bestekâr ve hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye devâm ederek sülüs ve nesih yazıları öğrendi. İsmail Dede Efendi’nin son talebesi olarak, zamanımıza dek gelen klâsik söz eserlerinin en büyük kaynağı oldu.   20 yaşında Prens Mustafa Fâzıl Paşa ile tanıştı, onunla beraber Mısır’a gitti. Orada dinî ve dindışı mahalli mûsıkîyi inceleyerek Arapça güfteli “Şugl” denen ilâhilerinin çoğunu Mısır’da besteledi.

Yenikapı Mevlevîhânesi postnişini Osman Selâhaddin Dede tarafından sikkesi “tekbirlendi” 4 Mayıs 1868’de seyrüsülûkünü tamamlayarak Mevlevî oldu. Bahariye Mevlevîhânesi kudümzenbaşısı Ârif Dede’nin vefatı ardından kudümzenbaşılık görevini aldı, vefatına kadar sürdürdü.1883′te Dârüşşafaka mûsıkî muallimi oldu. Bir nesle Türk Mûsıkîsi sevgisini verdi. Oğlu Ahmed Irsoy, babasının 5 âyin, 100 kadar Kâr, Beste ve Semaî, 400 küsur İlâhi, Şugl, Şarkı ve Marş bestelediğini söylemiştir. Zekai dede, “suz-i dil” makamını ihya eden muhteşem Türk bestekarı olarak; hicri 1315’te  (M 24 Kasım 1897) de vefatında “ Zekai suz-i dildir firkatin kalb-i ehibbaya” mısrası tarih düşülmüştür. (Zekai ayrılığın sevenlerinin kalbine gönül sızısıdır) demişlerdir. Vefatının 122. Senesinde rahmetle anıyoruz.

SULTAN ALP ARSLAN HAN

( d.1033 – ö. 25 Kasım 1072)

Selçuklu Hükümdarlarının en meşhuru, en kahramanı ve Anadolu kapılarını Türklere açan yiğit sultan. 1033 de doğdu. Asıl ismi Muhammed bin Davut Çağrı olup lakabı Alp Arslan’dır. Küçük yaşta tahsile başladı ve zamanın âlimleri tarafından en iyi şekilde yetiştirildi. Alp Arslan, amcası Tuğrul Bey’in vefatı üzerine ikinci Selçuklu sultanı olarak tahta çıktı. Öncelikle İslam’ın dâhili ve harici düşmanlarına karşı sefere girişti. 1070 yılında Mekke emiri artık Fatimiler yerine hutbeyi Abbasi halifesi ve Türk sultanı adına okumaya başladı.

Ancak Alp Arslan, Fatimilere karşı seferini tamamlayamadan dönmeye mecbur kaldı. Zira bu sırada Bizans İmparatoru Romanos Diogenis’ in ikiyüz bin kişilik büyük ordu ile ilerlediğini ve arkadan çevrilmek üzere olduğunu öğrendi. Bizans ordusu ve Malazgirt civarında az bir kuvvetle karşılaşmak zorunda kaldı. 26 Ağustos 1071 Cuma günü “Ya Rabbi! Niyetim halistir. Bana yardım et, sözlerimde hilaf varsa beni kahret.” duası ile Malazgirt meydan muharebesine girişti ve mahirane bir taktikle Bizans ordusunu perişan etti. Tarihinin en büyük zaferi ile Alp Arslan, Türk-İslam ve hatta dünya tarihinde neticeleri çok büyük olan bir dönüm noktasının kahramanı oldu. 42 yaşında Malazgirt zaferinden sonra Maveraünnehr seferine giderken, 25 Kasım 1072 de Hana Kalesi’nin fethi sırasında esir aldığı bir kale komutanı tarafından şehid edildi. Vefatının 947. Yılında rahmetle anıyoruz.