Her Hafta sonu denk geldiğim bir olayı sizlere anlatacağım.
Pınarbaşı Mevki Sütçü İmam Mahallesi, Konu Eskici ve Eksi…
Alıştığım ve beklemediğim.
Üzerime alınmadığım.
Duymayıp geçtiğim.
"Eskiiiiiiiciiiii" Eskileri çağıran taze ses evlerin pencerelerine çarpıyor, parçalanarak geri düşüyor gibiydi.
Telaşla yanından geçiyordum ki, bana fısıldadı: "Sizde hiç eski yok mu Genç?"
Beni tanıyacağı da, benden eski bir şeyler soracağı da aklıma gelmezdi.
Durdum; Bende nasıl bir kıyamet kopardığının farkında değil gibiydi.
Aklımdan evi taradım; Koltuk yeni. Kap kacak yeni. Halı yeni.
"Evde en eski benim!" dedim.
"İşine yarar mıyım? Ne kadar ederim?"
Cevap vermedi.
İkimizi de adını koyamadığımız bir sessizlik susturdu.
Evin en eskisi olarak geçip gittim yanından.
Eskici tezgâhına yakışmayacağım belliydi.
Sesi yeniden yankılandı: "Eskiiiici!..."
Demek ki, kimsenin müşteri olmadığı eskilerin de bir müşterisi vardı.
Elden çıkardıklarımız birisi tarafından el üstünde tutulabiliyordu.
Gözümüzden düşmüş şeyler eskicinin göz bebeği olabiliyordu.
Zaten atılacak hurdalar bir başkasının almaya can attığı kadar kıymetli olabiliyordu.
Fazladan yer işgal eden gereksizler bir başkasının çığlık çığlığa aramasına değiyordu.
Doğruydu söylediğim. "Evin en eskisi" benim!
Giderayak eskiyorum da!
Genç olmak yetmiyor, Kendimizi güncellemek lazım.
Gözden düşüyorum gün be gün.
Yeryüzündeki yerim giderek azalıyor.
Geleceğin caddelerinde yürümeye değmiyorum.
İhtimal ki, elli yıl sonrasının hesaplarında yer işgal etmiyorum.
Çöp kutuları bile müşteri değil bana.
Benden buruşuk bir kâğıt mendil almaya hevesli değiller.
Yürüdükçe, gövdem azalıyor, gölgem çoğalıyor.
Beklentilerim kısalıyor, hatıralarım uzuyor.
Elden düşme görüşlerim var.
İsmim birkaç yıla kalmaz hurdaya çıkar.
İşte tenim de kırışıyor, belim bükülüyor, adımlarım yavaşlıyor.
Bir Hayatın merkezinde olmaya aday değilim; kıyısında köşesinde bir yere itileceğim en fazla.
İşe yaramaz eşyalar gibi nereye konulacağı bilinmeyen biri olacağım. Satsan satılmaz. Atsan...
Acaba, diyorum, beni de el üstünde tutacak bir eskici var mıdır?
Sokak sokak dolaşıyor da ben mi duymuyorum?
Tozlanmış yüzümü avuçlarıyla silip gözlerini parlatarak bana bakacak biri...
Birilerinin yaşlandı diye işe yaramaz bellediği varlığımı, yıllardır peşimde koşup duran, rüyalarına girercesine beni özleyen bir antikacı edasıyla eline alıp derin bir nefes çekerek değerlendirecek biri.
Var mıdır?
Ama ben.
Öylesine eski olacağım ki...
"Eskici tezgâhında bile yerim olmayacak.
Hiçbir eskici benim için sesini yükseltmeyecek.
"Eskiiiiciiii!" diye bir ses yankılandığında sokağın başında, kimse beni eskiciye verilmek üzere bile hatırlamayacak. Ne eskicilerin gözdesi olacağım ne de eskileri gözden çıkaranların yüzüne baktığı bir hurda sayılacağım.
Eski bile değilim. Adım unutulmuş yeryüzünde.
Bekleyenim yok hiçbir kapı ardında. Yolumu gözleyen gözler çoktan kapanmış. Özleyenlerin göz yaşına değmiyorum. Yüzü en fazla fotoğraflarda kalmış. Artık, yüzüne bakılmayan. Yüzü bakılacak olmayan. Bakılacak yüzü de kalmayan..
Ey "Eskici", "Evvel"im Sensin, "Ahir"im Sen!