Yunus Emre’in dediği gibi,"İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir." İlim kişinin kendi nefsini bilmesiyle başlamalı, sonucu ise Rab’bi bilmesiyle devam etmeli. Dünkü yazımızda en büyük meselemiz, kendimizi hakkıyla tanımamış olmamız dedik. İnsanın kendini bilmesinin başka bir ciheti de; kendisinin bu dünyada bir misafir olduğunu, ebedi bir saadeti kazanmak ve kaybetmek imtihanı geçirdiğini, mahiyetinde nihayetsiz acz, fakr ve naksın bulunduğunu, cisminin taştan ve demirden olmayıp, her an yıkılmaya mahkum et ve kemikten yaratıldığını idrak etmesi ve bu şuur ile Rabbine karşı kulluk vazifesinde hassasiyet göstermesi en önemli meselesi olmalıdır. “Evet, bu mahiyetteki bir insan, nefsini derinden derine tefekkür etmekle Halık’ına tahkiki bir surette iman eder.. Böyle sağlam bir iman ise, ancak tefekkürle mümkündür. Zaten Cenab-ı Hakk’ın insana akıl ihsan etmesinin hikmeti de budur İnsan kendisinde tecelli eden esma ve sıfatları tefekkür ettikçe Cenab-ı Hakk'ın isim ve sıfatlarına en mükemmel bir ayna olduğu hakikatine varır. Evet, her mahlûk, bir ayna ve mükemmel bir nakıştır, ama insan “nakş-ı azamdır.” Zira insanın hilkatinde öyle esrar-ı İlahi ve kudret-i rabbani vardır ki, onu ne cin ne de melek taifesi idrak edebilir. Demek ki, insanı kemaliyle anlayan yine kendisi olmuştur. İşte kendini anlayan bir insan, elbetteki Rabbini bilir, bu noktada, melek ve cinlerin fevkine çıkar.   HADDİMİZİ BİLMEK Mehmet Kırkıncı hocamız, bu dersinde, bu konuya şöyle açıklık getirmişti; “Böyle bir insan kendi mahiyetinin ulvîyetini hayretle tefekkür, yaratılışındaki hakikatleri ibretle ve dikkatle temaşa ederse, kendisine verilen nimetlerin bir Mün’im tarafından ihsan edildiğini düşünür ve idrak eder. “Sübhanallah” der ve O’na şükür ile mukabele eder. Bu hakikatleri gören bir insanın, kendisine akıl, ruh, istidat, vicdan, aşk, şevk ve iman gibi manevî ve cihanbaha latifeleri ihsan eden Halık’ını bilmemesi mümkün müdür?. Kendisinin bir damla sudan yaratıldığını ve ona verilen zahirî ve batinî duyguların menfaatlerini düşünen akıl sahibi bir insanın, Rabbine karşı marifet ve muhabbeti her an ziyadeleşir ve kendi aciz kudretinin üstünde merhamet ve inayet sahibi bir kudret-i kâmilenin mevcut olduğunu idrak eder. Haddini bili, rükû ve secdeden başını kaldırmaz…” Varlık verildiğinde şükür eder, Allah yolunda dağıtır Kuran’ın sınırları içinde… Yokluğu gördüğünde imtihandır der, kendinden aşağılara bakar ve haline şükür eder. İsyan yoktur onun kitabında….   MEVLAYI BİLMEK Mevlana hazretleri der ki, iman insanda padişah, akıl vezirdir, bu durumda nefis ona asker olur… İslâm filozofları da demişlerdir ki: “Allah-ü Teâla’nın insana verdiği en büyük ve en hayırlı ve en nuranî hediyesi akıldır.” Zira insan, kendi nefis ve mahiyetini o nur ile bilebilir. Aklın şerefi, insana kendini bildirmesi ve tefekkür ettirmesidir. Bu tefekkür insanı Halık’ını bilmeye götürür. Demek ki, arif insan kendini tefekkür ile Yaratanını bilendir. İnsana nefsini ve Rabbini düşündürmeyen bir akıl, manası olmayan bir lafızdan ibaret kalır. İşte bu durumdaki insanda, ruh(iman) padişah olur, doğru hükümler verir… Sonuç; “ Her şeyin kıymet ve değeri olduğu gibi, insanında kıymeti ve değeri Mevla’sını bilmesinde ve O’nun asarını (yüceliğini, ululuğunu)tefekkür etmesindedir Dipnotlar: 1 Sözler, s. 687. İnsan Suresi, ayet, 1-2. Şualar, s. 67.