Yazımın başlığını Semerkand Dergisinin, son sayısında yer alan Sabahattin Aydın’ın “ Barış mı Gaflet mi?” başlıklı yazısından aldım.
Evet, insanın en büyük derdi kendisidir. Hoş bir yazı kaleme almış kardeşimiz. Esasen Semerkand Yayınları uzun yıllardır takip ederim. Manevi içerikli yazılar kaleme alınır. Haziran 2017 sayısında da “ Zannı Hakikat Görmek”, Özü Başka, Sözü Başka Münafıklar, Fitne Arınma ve Azap, Her Yerde Her Şeyde Zikir, Derviş Mücahidler ve Üç Aylar Takvimi” gibi her biri kendi içinde değerli makalelere yer verilmiş. Derginin bu sayısı “ Kendini Unutanlar” başlığı ile çıkmış. Editörün kaleme aldığı bu yazısının kısa bir bölümü sizlerle paylaşmak istedim: “ İnsanın en büyük derdi kendisi. Nefs, deyip, derdimiz olan yanımızla aramıza küçük de olsa bir mesafe koyuyoruz ama o biziz! Önce dizginlememiz, dur dememiz gereken; söyleyeceğine susturmamamız, yapacağına engel olmamız, öfkesini teskin etmemiz, tembelliğine yeter deyip ayağa kaldırmamız gereken biziz. “Nefs işte! Deyip yüzü omzumuzdan indirmenin bir yolu da yok, İslami ve insanı bir yanı da… Fakat ya nefsimizi, kendimizi unuttuysak ne yaparız?”
NEFSİNİ BİLEN KENDİNİ BİLİRMİŞ Evet, nefsini bilen kendini bilir demişler. İyi de insan nefsini nasıl tanıyacak? Mehmet Kırkıncı hocamız, zaman zaman ilimize gelir, bu konuda bizlere ders verirdi. Bir gün İhya Vakfın’da bu sorunun cevabı olur mu bilmem şunları söylemişti; “İnsanın nefsini tanımasının çok cihetleri vardır. Bir ayeti kerimede mealen şöyle buyrulmaktadır: “Dehrin (zamanın) akışı içinde öyle zaman geçti ki, o dönemde insanın adı dahi anılmazdı. Biz insanı katışık bir meniden yarattık. Onu imtihan ediyoruz. Bu sebeple kendisini işiten ve gören bir varlık olarak yarattık.” Evet, insanın vücudundan hiçbir eser yok iken, nasıl oldu da bir katre sudan halden hale, tavırdan tavra değişip tekamül ederek insan şeklini aldı? O bir damla su içinde ne et, ne kemik, ne göz, ne kulak, ne can, ne de akıl… hasılı zahirî ve batınî hiçbir aza ve duygu yok iken, nasıl gören ve işiten bir varlık haline geldi. İnsan, kendisine nasıl muntazam bir vücut verildiğini, her şeyi tefekkür eden bir akla, dünyayı temaşa eden bir göze, sesleri işiten kulağa nasıl malik olduğunu düşünüp, bunların Allah’ın inayeti, ihsanı ve keremi olduğunu idrak etmelidir. İnsanın vücudundaki azaların birbiri ile münasebeti ve birbirine yardımı ne kadar mühim ve ne kadar hikmetlidir. Mesela, bütün azalar aralarındaki münasebet ve yardımlaşma olmasa idi, akıl manasız kalırdı ve bugün ki fen ve terakki yatlar(yükselmek, ilerlemek) vücuda gelemezdi… Göz ve kulak gibi sair azalar da aynı şekilde birbirine muavenet etmese, hayat azap olurdu. İşte insan, vücudundaki her bir azanın binler hikmetini düşünüp tefekkür ederek kendini ve rabbini bilir. Kâinattaki her mahlûkun, insanın istifadesine göre yaratılmasını ibretle ve hayretle tefekkür eder. Bu ise, kişinin kendini bilmesinin başka bir vechesidir(yönüdür).
HADDİNİ BİLMEK Şu mübarek Ramazan ayındayız, nefsin terbiye edildiği ay, aynı zamanda nefsin hiç hoşlanmadığı zaman dilimi, ancak bu bütün nefisler için geçerli bir düşünce olmasa gerek. Çünkü haddini bilen bir nefis, oruçtan hoşlanır! Hz. Ali Efendimize, en çok hoşlandığın şey nedir? Diye sorduklarında, “Sıcakta Oruç Tutmak” buyurmuşlar. Diyeceğimiz şu ki, nefsi kontrol altında tutmak gerek. Hayırlı işler peşine koşarak, okuyarak, araştırarak, onun doğal ihtiyaçlarını karşılayarak, bunları yapabiliriz… Sizin anlayacağınız bu günlerin kıymetini bilmek gerek, çünkü zaman imandan sonra bize verilen en kıymetli şeydir. Bol bol kitap okumalı, hayırda yarışmalı, camilere gitmeli, mukabelelere ve teravih namazlarına katılmalı, bu ayın sonunda adeta melekleşmeliyiz… Bu vesile ile Semerkand Dergisine emeği geçen kardeşlerimize teşekkür etmek istiyorum. Çünkü ilmi bizlere aktarıyorlar, toplumun önüne nurlar oluyorlar. Hadi kalın sağlıcakla.