Zaman değiştikçe ilişkilere olan bakış açımız bambaşka bir hal alıyor. 1980 sonrası yetişen gençlerin döneminde sevmek ve sevilmek ciddi ve kıymetli bir olguymuş. Sevgi vicdanlı insanların işiymiş. İnsan sevildiği zaman sahiplenilmek istiyor. Sahiplenilmek ve değer görmek istiyor. Herkes kendince bir ilişkiye emek veriyor. Belirli an’a kadar insanlar birbirinden memnun oluyor. Sonra fikir uyuşmazlıkları ve yaşamın stres faktörleri bir araya gelince ilişkide kalmak zor oluyor.

    Acaba ilişkileri bu denli zorlaştıran kişiğimiz mi yoksa değişmeyen fikirlerimiz mi? Bir insan neden sabit fikirli olur? Kişinin bir ilişkiyi sürdürememesinde yetiştirilme tarzının etkisi var mı? Ya da bağlılık ve aidiyet nasıl oldu da vazgeçilebilir oldu ? Bizleri büyüten dedelerimizin , anne ve babalarımızın dönemindeki sahiplenmek nerede kaldı ? Varsa hala, gerçekten sevmeyi ve sevilmeyi anne ve babalarımız yaşatıyor. Pes etmeyen bir hayat hikayeleri var. Pek çok travma geçirmiş olsalar da evliliklerine sahip çıkmışlar.

    Şimdiki zamanda yakın ilişki ve evlilik kavramımız değişti. Yalnızlığımız arttıkça ve bu duruma alıştıkça başka birini hayatımıza  almıyor ve kimsenin kahrını çekmeyi tercih etmiyoruz. Hal böyle olunca, sevgiden uzaklaştık tabi ki .

   Bekarlar evlilere , evliler bekarlara özeniyor. Evli olanların da çok mutlu olduğu söylenemez. Evli de olsanız başkalarıyla muhabbet kurma isteğiniz bitmiyor. Kaçamak yapmak ve yasak aşk yaşamak malesef heyecan duymanın anlamı oldu. Kavramlarımızı değiştiren de bizleriz ,ne zaman bu hale geldik?

    Evliliği sadece toplumsal değerler , çocuk yapma ve biyolojik saatimiz cinselliği istiyor diye düşünürsek mutsuz olmamız kaçınılmaz olacaktır.

    Oysa ne kadar hasretiz yakın bir ilişki kurmaya , anlaşılmaya , değer görmeye , anlamaya ve gerçekten sevmeye ...

   İnsan neden hakkını vererek sevemez? Vicdanına ne olmuştur ? Oysa kendi iç dünyamız da mahremimizdir. Bu mahremi açacak bir yâr bulamamak sanırım insanlığın en büyük buhranıdır.

   Ne olacak halimiz? Yetiştirilme tarzımız , kimseye eyvallah etmeyişimiz, kimsenin kahrını çekmek için gelmedim diyen söylemlerimiz, güçsüzlüğümüz ve  sorumluluk alamayışımız ne zaman sona erecek?

    Şımarık büyütülen yetişkin çocuklar ne zaman büyüyecek? Annesine bağımlı yetişmiş kaç erkek evlilik sürdürebilecek? Daha kaç çocuk ve yetişkin böyle insanlardan dolayı acılar çekecek ?  

     Hayallerimiz veda makamında, usulca ölmeyi bekliyor. Kendimizi sarmaşık gibi saran güvende hissettiren sevdalara veda ettik. Yalnızlık bu durumda bizi teselli ediyor. Diğer türlü ilişkiler zarar görüyor .

   Daha kaç sevdadan samimiyetsizce geçeceğiz bilmiyoruz. Daha kaç hayalimiz bir hıçkırık misali içimizde kalacak? Daha kaç aşk kavuşmaları öteki aleme kalacak?

   Sevgisiz insanın yüzü gülmüyor . Kendini sev mottosu adında kendimizi gerçekten çok sevmeyi öğrendik. Bu seferde dengeyi kaçırdık. 

    Hayat bir okuldur. Öğretmenlerimiz bizlere travma yaşatan büyüklerimizdi. Biz onlardan travmalarımızı aldık. Değişelim istiyoruz , sevmek ve buna inanmak istiyoruz.  

    Gerçekten bu dünyaya kocaman kalbini bırakan koca yürekli kadınlar ve erkekler tanıdım. Sanırım kalbimizin şu anki zamanla veya geçmiş zaman üzerinden değerlendirilmeye ihtiyacı yok. İyi ki yok. Kalbin masum sevebilme yetisi hala kaybolmadı. Merak ettiğim bu içten sevme gücüne tren kaçmadan yetişebilecek miyiz ?

    Zamansız sorular bunlar , belki de felsefe yapmaya bile gerek yok artık. Çünkü bizleri mutlu eden hayat anlayışımız, ilişkisel mutluluk değil bireysel mutluluk oldu.

     Halbuki insan insana muhtaçtır. Kalbimizin sevme gücü hiç bitmeyecek. Kavramlarımız değişecek mi? Sevmek isteyenin yoluna engel olmayın. Eşlik edemeyecekseniz güzel kalpli insanlara, yollarına bile çıkmayın. Gölge etmeyin zira insanlar sevilmemekten dolayı çok yorgunlar.

      Sahi birbirimizin  kahrını çekebilir miyiz bu kavramlarla ?

    -Sevmeyi külfet olarak gören yüreklerle  - HAYIR