Her alanda olduğu gibi, eğitimde de rekabet gerekli. Bu bağlamda düşünce olarak eğitimde özelleşmeyi destekleyenlerden biri oldum. Bu konudaki düşüncemi yazımın sonunda açaklayacağım ancak bundan önce Özel Okullar Birliğinin bir tespitini sizinle paylaşarak yazıma başlamak istiyorum: “Türkiye, yeni eğitim müfredatımızla birlikte kendi eğitim modelini oluşturarak çocuklarımızın özgünlüğü, temel disiplinlere dayalı özgür hareket etmelerini ve düşünmelerini destekleyen, farklı yaklaşımları, esneklik, orijinallik, sanat ve sosyal aktivitelerle mutlu olmalarını önemseyen, kültürel köklerimizden ve medeniyetimizden beslenen eğitim ortamlarında yetiştirilmezse geleceğin dünyasında söz sahibi olmamız mümkün olamayacaktır. Bu bağlamda Nurettin Topçu’nun Maarif Davasında ifade ettiği her şey okulda başlar ve okulda yıkılır anlayışı çerçevesinde ‘’MİLLİ MEKTEP’’i inşa ederek, yaşam alanı olarak tasarlanan bir modelin oluşturulmasıyla milletimiz, düşünme ve üretim sahasında dünyada söz sahibi olacaktır…” deniyor.
MÜFREDAT
Bu değerlendirmede Milli Mektep’ten söz ediliyor ve içeriğini doldurma adına da kendimize ait bir model oluşturulması ve dünyada bu yolla söz sahibi olmamız gerektiğinin altı çiziliyor. Bu konuda onlarca yazı kaleme aldım. Çünkü gerçekten eğitim sistemimizin milli ve yerle olması gerek. Nedeni, elin gömleği üzerimize olmayışındandır diye düşünüyorum.
Sonrasında ise eğitimin bir yaşam alanı oluşturması gerektiğini söylüyor özel eğitimciler. Tüm bunlar her biri ayrı bir kitap konusu ancak, biraz konuyu açarak yazımıza devam edelim.
Aynı raporun son kısmında ise şöyle bir soruya rastladım. “Okuduğunu anlamayan, öğrendiği bilgiyi yaşama aktaramayan öğrencilerin olmasında okullarımızdaki teknoloji kullanımının ve uyguladığımız müfredatın etkisi var mıdır?
Bu sorunun cevabını vermemiz gerekmektedir. Sorunun teknoloji kısmı tartışılır, çünkü eğitimde teknoloji kullanımı bir takım artılarının yanında eksileri de gözlenmiştir. Çocukları hazırcılığa götürmek gibi…
Bu konuya bir tarafa koyalım. Ancak müfredat konusu bu sorunun tam merkezinde yer almaktadır.
Açalım: “Dünyamızdaki değişimlerin hızı çocuklarımızın büyüdükleri günlerde nelerle karşılaşacakları hakkında tahminde bulunmamıza izin vermiyor. Bugün önemli görünen bilgiler yarın hiçbir anlam taşımayabilir. Tek çare onlara nasıl düşünmeleri ve değişimler karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğretmek olarak gözüküyorken bulunduğumuz çağa göre çocuklarımıza vermek istediklerimiz ile onları nasıl yetiştirmek istiyoruz sorularının karşılığı mutlaka gözden geçirilmelidir…”
Bu altı çizili cümlelerin içine ‘eğitim’ boyutunu montalamak lazım. Çünkü, eğitim öğrendiğini hayatında uygulamaktır!” Biz ise genelde öğretimle yetiniyoruz…
ÖZEL OKULLAŞMA
Yazımın başında özel okullaşmaya gireceğimizi söylemiştim. Elimizdeki bilgiler de: “Ülkemizde özellikle son 15 yılda özel öğretim alanında çok büyük gelişmeler olmuştur. 2002 yılında özel okullarda okullaşma oranı %1.74 (222.922 öğrenci) iken 2017 yılında bu oran %7.75 (1.255.470 öğrenci), okul sayısı açısından 2002 yılında %2.97 (1294 okul) iken 2017 de %14.95 (9547 okul) olmuş, Bakanlığımız tarafından da özel okulda okuyan öğrencilere teşvik sistemi getirilmiştir. Bu getirilen teşvik miktarı ve oran yeterli olmasa da özel okulların gelişmesine biraz katkı sağlamıştır.
Avrupa Birliği’ndeki bir kısım ülkelerde (Hollanda, Belçika, İspanya gibi) özel okullar çok gelişmiş devletin ciddi teşvikleriyle de kamunun yükünü karşılar duruma gelmişlerdir.
Türk Eğitim sistemi içerisinde öğrencilerin devlete maliyeti gün geçtikçe artmaktadır. 2015 yılında bir öğrencinin ortalama maliyeti 5.000.TL iken 2017 yılında bu rakam yaklaşık 8.000 TL. olmuştur. Özel okullarımız okuttuğu 1.255.470 öğrenci ile (1.255.470x8.000) kamunun her yıl 10.043.760.000 TL yükünü ailerle birlikte karşılamaktave bu alanda da bir çok personel istihdam etmektedir. Dolayısıyla özel okullar kamuya yük değil kamunun yükünü alma açısından önemli bir hizmet vermektedir.(Not bu konuya devam edeceğim)
Peki kalın sağlıcakla.