Dün itibarı ile 2016/2017 Eğitim ve Öğretim yılı tamamlandı ve Türkiye geneli yaklaşık 18 milyon öğrenci ve bir milyon öğretmen tatile girdi. Aslında öğretmenlerin tatili henüz başlamadı, çünkü ayın sonuna kadar seminer çalışmaları var. Çok şükür kazasız belasız, yavrularımızı ailelerine teslim ettik. Tabi tatil dolayısı ile törenler yapıldı, bu törenlerin en anlamlısı bakanlığımızın yaptığı karne töreniydi. Başbakanımız, bu törende bir de hatırasını dile getirdi ve öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğunu, zorlukları bulunduğunu; “Öğretmen olmak için Eyüp(sa) peygamber gibi sabrınız olması gerekir!” dedi. Bu arada, köşe yazarları da gün dolayısı ile öğretmenlik mesleği ile ilgili değerlendirmeler yaptılar. Bunlardan en anlamlısı D. Mehmet Taşçı’nın; “Öğretmene Mektup” makalesi idi, dikkatli okudum bir kısmını değerli meslektaşlarımla paylaşmak istedim. Mektup uzun ancak kısa bir kısmını aktarmak isterim: Sevgili öğretmenim, hocam; aklımın ışığı, gönlümün nûru; yol göstericim, istikbalimin mimarı!.. Varlığımın temsilcisi sensin, ülkemin de.
Memnunsan eserinden, mesele yok; fakat memnun değilsen, çözüm üretecek olan da sensin. Deme bana: “Bana verilen şey buydu, bunlarla ancak bu kadar yapabildim.” Sakın bana şunu da deme: “Emir kuluydum!” “Allah’ın kulu” olmayı denedin de mi başaramadın? Sen bir “aydın”sın, olmak zorundasın. Aydın, “öteki”nin temsilcisidir, öğretmenim. Şikâyetim boşuna değildir; ben “öteki”ydim, bana el uzatmadın. Ben Anadolu’ydum, benden yüzünü çevirdin. Döndükçe yüzünü “işgalci”lerime, senin de yüzün karardı, gönlünü küller kapattı. Nicedir sen yorgunsun, ben bitkin ve hedefsiz. “Hedef” bellettiklerinin birer seraptan başka bir şey olmadığını, babamın hâline bakıp görebiliyorum. Babamı da sen eğitmiştin, o da çöllerde yitip gitti serabın ardından. Şimdi ben de aynı yoldan mı gideyim? Ne dersin?
ÖĞRETMENLERİMİZİ SEVİYORUZ Mektup şöyle devam ediyor; “Sevgili öğretmenim; Seni seviyorum. Ve ben sevgide öyle bir güç görüyorum ki, hayalimdeki bu sevgi gökyüzünde olsaydı, gökyüzü çatır çatır yeryüzüne inerdi. Yıldızlarda olsaydı bu sevgi, parça parça yere düşerdi. Dağlarda bürüseydi bu sevgi, dağlar yerinden kalkar yürürdü. Ama öğretmenim, ne sen düşüyorsun öğrencin adına yere, ne ben yürütebiliyorum dağları sevgimle. Burada bir tıkanma var, ama çözemiyorum. Öğretmenim, fedakârlığını inkâr mı ediyorum? Çarpılırım! Sınıfta koyvermiştim, altımı değiştirdin. Ağlıyordum, gözyaşlarımı sildin. Başım düşmüştü yere, onu sen kaldırdın. Arada bir kulaklarımı çekmedin de değil, ama babaydın, anaydın, sana yakışıyordu, kimsenin de bir diyeceği yoktu. Ve fakat öğretmenim, bir gün beynim yanıyordu. Yüreğim tutuşmuştu! Kıvranıyordum! Kendimi sorguluyordum; evreni, Tanrı’yı “sorguluyordum!” Gözlerim ateş ateşti, sesim titrekti, korkaktı. Ürküyordum. Ürktüğüm için de isyan ediyordum. İsyanımda sen yoktun, hatta kulaklarını tıkadığını isyanıma, hissediyordum. Bir yere gelmiştim ki senin bilgilerin bana yetmiyordu, beni doyuramıyordun; ama seni de aşamıyordum. Boşluktaydım, paraşütsüz düşüyordum yere! Sense, görevini yapmış olmanın vermiş olduğu huzurla, yüzünü benden çeviriyordun. Bilmiyordun öğretmenim, “nerden geldiğimi, nereye gideceğimi, ne olacağımı...” Ama hiçbirinden haberin yoktu. Bense boğuluyordum. Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da; dünyadaydım. Zenciydim, beyazdım, sarıydım ne fark eder? Türk’tüm, Arap’tım, Fransız’dım, İngiliz’dim değişir mi? İnsandım öğretmenim, insan! Ben yalnızca beş duyunun çocuğu değildim, “sonsuz”dan da süt emmiştim. Bana meme veremedin öğretmenim, yüzümün renginin soluk oluşu bundan, vitaminsiz kalışım da. İsyanımla başbaşaydım, yumruklarım sinir damarlarımı zorluyordu. Sen bana “öte”yi, sen bana ruhumun vatanını gösteremeyince, ben hayattan boşaldım; esrara, eroine, uyuşturucuya, cinselliğe, şiddete kaçtım. Ben, sana inat olsun diye yapmadım bütün bunları, ben “ben”i arıyordum; onun için uğradım bu çağdaş mabetlere. Yazık, oralarda da bulamadım kendimi. Adressizdim; bana bir adres veremedin; yitik oluşum bundan, sevgili öğretmenim. Şimdi “modern” bir insanım. Eserinim. En hızlı arabalara sahibim. Gökdelenlerden bakıyorum yeryüzüne. Gazetelerim, televizyonlarım, bankalarım var. Paris’te, Londra’da, New York’ta sevgililerim düzinelerce. Şimdi bir ülke değil, ülkeler yönetiyorum dünyada. İstediğim her şey yanıbaşımda. Ne var ki öğretmenim, mutlu değilim ve mutluluğun da şifresini bilemiyorum. Arada bir de senin elini öpmeye geliyorum işte. “ Evet, tüm öğretmenlerin ellerinden öpüyor, uzun ömürler diliyorum. Kalın sağlıcakla