Ramazan, Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başladığı aydır. Hicretin 2. yılı itibariyle Ramazan orucu farz kılınmıştır. Allah’ın Resulü Peygamber Efendimiz, Ramazanın bereketinden ve feyzinden sıklıkla bahsetmiştir. Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret sonu cehennemden kurtuluş olarak kabul edilir. Allah yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de oruç ile ilgili; “(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir. (Bakara Suresi 185)” buyurmaktadır.
Ramazan ayı içerisinde son hafta tek sayılı günlerde aranan Kadir Gecesi’ne ayrı bir önem verilir. Bu gecede, Allah’ın vahiy meleği Cebrail’i yeryüzüne göndermiş olması ve Kuran’ın ilk ayetlerinin peygamberimize ulaştırılması nedeniyle Müslümanlar Kadir Gecesi’ne ayrı bir kutsiyet atfederler. Ayrıca , “Şüphesiz biz o, Kur'an'ı, Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir bilir misin? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. O gece melekler ve ruh Rabbinin emriyle her bir iş için veya her bir kişi için inerler de inerler. O gece tan yeri ağarıncaya kadar selam ve esenliktir." (Kadir: 97/1-5) ayetinden hareketle, “Bin aydan daha hayırlı bir gece!” olarak işaret edilen bu geceyi Müslümanlar dualarla, ibadet ve zikirlerle geçirirler ve Allah’ın lütfuna mahzar olmak için çaba harcarlar.
Sözlükte güneş ışığında yalın ayak yürüyüp yanmak anlamı da olan Ramazan, adının anlamına binaen oruç tutan müminin de açlıktan ve susuzluktan için yanması, günahlardan arınmasına tevil edilerek, oruç tutulan bu ayın adı Ramazan olarak adlandırılmıştır.
Asr-saadet devrinde Ramazan ayı sakin geçerdi. Orucun üç rüknü olan, İFTAR, TERAVİH ve SAHUR Peygamber Efendimizin rehberliğinde, onun sünnetine uygun olarak yerine getirilmiştir. Peygamberimizin, orucun temelinde niyetin olduğunu, sahura kalkmanın ise bu niyeti yerine getirmek olduğunu belirtmiş, iftarının günün şartlarına göre var olan yiyecek ve içeceklerle açmıştır. Özel bir yemek üzerinde durulmamakla birlikte hurma ile oruç açmış, o yoksa suyla iftarını yapmıştır. Teravih hususunda ise Allah Resulü, teravih namazlarının tek kılmıştır. Birkaç defa mescitte cemaatle teravih namazı kıldığı da görülmüştür. Peygamberimizi, oruç tutmayı mümini cehennem ateşinden koruyan kalkan olarak nitelemiştir. Asr-ı Saadet döneminde huşu içerisinde, infak yapılarak, kardeşlik hukuku tesis edilerek Ramazan ayı geçirilmiştir.
Ramazan, Emeviler döneminde büyük coşkuyla karşılanmış, orucun feyzinden hem devlet idarecileri hem de halk daha fazla faydalanmak için özel çaba sarf etmişlerdir. Özellikle Ramazan ayında Şam sokaklarında manevi bir hava oluşturulmasına halifeler özen göstermiştir. Abbasiler döneminde ise başta başkent Bağdat olmak üzere İslam beldelerinde Ramazanın ruhuna uygun etkinlikler yapılmıştır. Halifeliğin Memluklerin koruyuculuğuna girdiği dönemde İslam toplumunun başkenti olarak Mısır ve Kahire kabul görmüş, Kahire , Kudüs, Şam, Mekke ve Medine sokaklarında Ramazanın gelişini coşkuyla kutlamıştır. Selçuklu döneminde de Ramazan aynı manevi hissiyatla kutlanmış, orucun feyzinden yararlanılmaya özen gösterilmiştir. Tuğrul Bey, Sultan Alparslan, Melikşah gibi büyük sultanlar ile Nizamül Mülk gibi kıymetli devlet adamları, fakirler için iftarlar vermişler, yoksulları, şehit yakınlarını ve Gazi Alpleri gözetmişlerdir. Özellikle Sultan Alparslan’ın Ramazan ayında fakirler için 15 bin dinar dağıtması sonraki Selçuklu sultanları için de çok güzel bir örnek olmuş, sonraki Selçuklu sultanları ve vezirleri ramazanda atiyeler dağıtmayı adet haline getirmiştir. İlk zamanlarda Rey, Nişabur, Semerkant sonraki dönemlerde Tebriz, Bağdat, Şam, Konya, Malatya, Kayseri ve Erzurum gibi Selçuklu mührünün vurulduğu önemli şehirlerde ramazan coşkuyla karşılanıp, coşkuyla kutlanmıştır.
Osmanlı, tarih sahnesine çıktı ilk dönemden itibaren İslam’ın emir ve yasaklarını hem devlet ilkesi hem de toplum yaşam biçimi olarak kabul edip, emir ve yasaklarına üst düzey eheminiyet vermişlerdir. Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminde, ülkenin önemli şehirleri olan İstanbul, Bursa, Edirne, Konya, Selanik, Kosava ve Bosna gibi ramazan ayının gelişi coşkuyla kutlanmıştır. Ramazanın başlamasına haftalar kala hazırlıklara başlanılmıştır. Ramazanın gelişini müjdeleyen hilalin görülmesiyle manevi iklime giren Osmanlı şehirlerinde İslam-ı mübine uygun bir yaşam hakim olmuştur. Gerek devlet adamları gerekse halk ramazan ayına, oruca ve kadir gecesine ulaşmış olmanın mutluluğunu yaşar, sevinç ve huşu içerisinde ramazanın feyzlerinden istifade etmeye çalışırlardı.
Osmanlıda Ramazan’ın siyasal, toplumsal ve ekonomik açıdan önemi büyüktü. Devlet ramazanın geldiğini vazifeli kıldığı kişiler aracılığıyla halka ilan ederdi. Ramazanın ilan edilişi başlı başına özel bir durumdu ve şartları vardı. Ru’yet-i Hilal ( Hilalin gözükmesi) gerçekleşmesi önemliydi. Havanın sisli olduğu yahut hilalin başka sebeplerden dolayı görülmediğin de ise bir önceki ay 30 gün hesap edilerek ramazan orucu tutulurdu. Fakat Ru’yet-i Hilal ( Hilalin gözükmesi) önemli bir durumdu ve Osmanlı’da bir gelenek halini almıştı. Gözetleme tepelerinden ve şehir merkezindeki kulelerden, cami minarelerinden hilalin doğuşu takip edilirdi. Hilali görenler, yanındaki şahitleriyle birlikte İstanbul Kadısı’na gider müjdeyi verirlerdi. Hilali gördüğünü şahidiyle birlikte ispat ederdi, İstanb ul Kadısı da durum netleşince şeyhülislama ,oda sadrazama ve nihayet padişaha gidilir, durum izah edilirdi. Padişah, gelen müjdeli haber için hediyeler ihsan buyururdu ve akabinde de Ramazan geldiği ilan edilirdi. Payitahtta, Süleymaniye, Beyazıt, Fatih, Şehzadebaşı gibi camilerin üzerinden Beyazıt kulesinden hilal izlenir, hilal görülür yukarıdaki silsile takip edilip onay alınınca da Süleymaniye Cami’nde kandiller ve mahyalar yakılırdı. Hilalin takibi Maraş, Isparta, Malatya ve Balıkesir gibi şehirlerin yüksek yerlerinden tespit edilir civar kentlere ve yakın dönemlerde( 2 Asır) telgraf yoluyla İstanbul’a bildirilirdi.
Ramazanın gelişiyle birlikte mahyalarda, “On Bir Ayın Sultanı, Leyley-i Ramazan, Hoş geldin Ya Şehri Ramazan, Oruç Tut Sıhhat bul!” gibi özlü sözler yazardı. Camiler, mescitler dolar, herkes ibadetle meşgul olurdu. Kur’an-ı Kerim hatimleri ve mukabele okunurdu. Bazı camilerde ve padişahında bulunduğu huzur derslerinde tefsirler okunur, Hadis-i Buhari’den hadisler okunur üzerine tefekkür edilirdi.
Padişahlar tarafından devlet ricaline ve halka uymaları için tembihnameler gönderilirdi. “Yemekler israf edilmesin, açıkta ulu orta oruç yenilmesin, kılık kıyafete dikkat edilsin, dine daha kuvvetli bağlanılsın, teravih saatlerinde dükkânlarda ve kahvehanelerde oturulmasın, mesai saatleri iftara ve namaz saatlerine göre ayarlansın (Orucun ilk günü genellikle tatil edilirdi.), eline, diline ve beline sahip olunsun. Gayr-i Müslim Mahallelerinden geçen davulcular davul çalarak onları rahatsız etmesin, davulcular pencereleri gözetsin, pencerede sarı çiçekli bir saksı varsa orada hasta vardır davul çalınmasın. Dilencilere müsaade edilmesin, sokak hayvanlarına bakılsın.” gibi tembihlerde bulunulurdu. Bu duruma uygun davranmayanlar uyarılır, uyarılara aldırış etmeyenler ise cezaya çarptırılırdı. Ramazanın feyzine uygun hareket etmeyerek başkalarını rahatsız edenlere müsaade edilmezdi.
Padişahlar çarşıda pazarda tebdil-i kıyafetle gezerlerdi. Özellikle Sultan I. Abdülhamid en çok tebdil gezen padişahtı. Et, ekmek, yağ fiyatları kontrol edilir. Yiyecek, içecek ve giyecek fiyatları önceden belirlenir fiyat artışına müsaade edilmezdi. Uymayanlar çok ağır bir şekilde cezalandırılırlardı. Et yetmez diye Trakya’dan, Güney Marmara’dan İstanbul’a koyun ve kuzu getirttirilirdi. Fırınlar ve kasaplara çok dikkat edilir, belirlenen fiyatlara muhalif davrananların dükkanları kapatılırdı. Temizlik de önemliydi, topluma hizmet sunan esnafın hem kendilerinin hem de hizmet verdikleri dükkanlarının temizliğine önem vermeleri hususunda uyarılarda bulunulurdu.
Ramazanın ilk günü, ilk sahur ve iftar için özel hazırlıklar yapılırdı. Eyüp Sultan, Ayasofya, Süleymaniye, Yeni Cami ve Sultanahmet Camilerinin minareleri süslenir, mahyalar yakılır, sabahlara kadar ibadet edilirdi. Yine bu camilerin bulunduğu meydanlarda teravih namazı sonrasında sahura kadar orta oyunu, Hacivat-Karagöz ve Meddah oyunları oynatılır, hokkabaz ve cambaz gösterileri yapılır çocuklar ve erkekler yakından kadınlar ise yakınlardaki ev ve konakların pencerelerinden, sofalarından seyrederlerdi.
Osmanlıda ramazana özgü adetler ortaya çıkmıştı. İyilikte, kardeşlikte, paylaşmada ve dayanışmada birbirleriyle yarışan Türk halkı, yaptıklarıyla devirlerindeki diğer milletleri kendilerine hayran bırakmışlardı. Özellikle yabancı elçilerin, tüccarların ve seyyahların Osmanlı kültür ve medeniyetiyle ilgili hatıratlarına yazdıkları, ülkelerine gönderdikleri mektuplar Türk’e olan hayranlıklarıyla doludur. İşte bu adetlerden biri olan DAR’UL TABAK yabancı seyyahların dikkatini çekmiş güzel adetlerimizden biridir. Ramazanın ilk haftası, hayır sever zenginlerin konaklarında 7 akşam 3 sofra kurulurdu., Konak kapıları ise herkese açık olurdu. Birinci sofrada erkekler, ikinci sofra kadınlar ve çocuklar üçüncü sofrada ise kapı açık olur içeriye kim gelirse gelsin oturur iftarını açardı. Sadrazam, Şeyhülislam, Vezirler ve varlıklı ailelerin kurdukları iftar sofraları dillere destandı. Zengin fakir ayırtmaksızın herkes bu sofralardan beslenirlerdi. Birinin orucuna açmasına vesile olmak hane sahibi için inanılmaz derece mutluluk verirdi. Ramazan ayını Avrupalı seyyahlar “Misafirperverlik Ayı” diye betimlemekten kendilerini alamamışlardır. Toplumun her kademesinden insanların bilmedikleri tanımadıkları insanlarla yan yana oruç açmaları, sonrasında omuz omuza teravih kılmaları toplumsal kaynaşmaya, kardeşlik hukukunun tesis edilmesine imkân veriyordu.
Osmanlıda bir başka güzel ramazan âdeti ise DİŞ KİRASI âdetiydi. Bir eve, konağa iftara davet edilenler, oruçlarını çatıkları için hane sahibi tarafından oruç açan kişiye hediyeler verilerek teşekkür edilirdi. Yanlış anlamadınız, orucu açtıran kişiye değil, orucu açana teşekkür edilirdi. Geldin, iftarını bizimle yaptın, soframızı bereketlendirdin, bizi şereflendirdin demek kastıyla oruç açmaya gelen kişiye teşekkür edilir. Dişinizi eskittiniz, biz fakire hayır kazandırma fırsatı verdiniz, bunun karşılığında çam sakızı çoban armağanı hediyemizi kabul buyurun denilirdi. İşte bu güzel adet, oruç açmaya gelen kişinin mihnet altında kalmasının da önüne geçerdi. Fatih’in Veziriazamı Mahmut Paşa, pilava katılmak üzere nohut şekilde altın parçalarını aşçısına vererek pilava yerleştirmesini isterdi. Bunu bilen davetliler ise pilavın sofraya gelmesini sabırsızlıkla beklerlerdi. Diş kirasının en şöhretlisi Sultan Abdülaziz Han’a, Yusuf Kamil Paşa’nın altın tepsi içerisinde sunduğu kıymetli hediyelerdi. Para, altın, gümüş ve değerli eşyalar diş kirası olarak verilirdi. Bu adet, II. Meşrutiyetten sonra bu görgü ve ahlak üzere yetişen konak sahipleri kalmadığı için, belki de dünyalık mallara tamah edenlerin çoğalmasından dolayı maalesef ki ortadan kalktı.
Ecdadımız, yardımlaşma denilince tüm milletlerden önde gelir. İşte bu iddiamızı destekleyen ramazan ayının bir başka güzel âdeti de borç sildirme adetiydi. ZİMEM DEFTERİ adıyla bilinen fakir halkın esnafa, bakkala, fırına yahut kasaba olan borç defterleri varlıklı kişiler tarafından satın alınır, ortadan kaldırılırdı. Bazen durumuna göre baştan ortadan ve sondan birer kişi tespit edilir hesaplanır ve borç ödenirdi. Borç defterini satın alma, ya da Zimem defterinin arasından şansa tespit edilerek borçları ödeme âdetinde, borcu ödeyen kimin borcunu ödediğini, borçlu ise kimin ödediğini bilmezdi. Alan elin veren elden haber olmadığı bir sistem kurulmuştu ve bu adet İslam’ın en güzel yaşandığına şahitlik edecek güzellikte bir adetti. Bugün de bu adetler yaşatılabilir mi gayet tabi evet… Yeter ki insan iyilik yapmak, hayır işlemek istesin.
Ramazanın sonuna doğru bir taraftan Ramazanın gidişine yönelik hüzün diğer tarafta bayram sevinci yaşanırdı. Evlerde temizlik yapılır, bayram gecesi hamamlar sabahlara kadar açık olurdu. Arife gününden önce terziler çok çalışır, kadınlara, erkeklere ve özellikle çocuklara güzel elbiseler dikerlerdi. Zenginler, terzilerle anlaşır, garip gureba, fakir fukara, yetim ve öksüz çocuklar için bayramlık adı verilen elbiseler diktirirlerdi. İşte bu çocuklar da çocukluk heyecanıyla bayramdan bir gün evvel sabırsızlıkla bu kıyafetleri giyer sokağa çıkarlardı. Halk bu çocukları görünce onlara ARİFE ÇİÇEĞİ meydana çıkmış derdi. Arife Çiçeği olmayan çocuk kalmasın diye mahalle halkı komşusunu gözler, ihtiyaç sahibi olana hemen el uzatılırdı. Yardımlaşma, paylaşma, olanı bölüşme bu milletin en ulvi değerlerinden biriydi. Bunun dışında Osmanlıda ramazan denilince ilk olarak akla gelenler ise şu şekildeydi;
*İftar topu ilk olarak Sultan II. Mahmut zamanında atılmıştır. Rumeli Hisarı ve Kız Kulesi’nden top atışları yapılmıştır. Yaptığı ıslahatlar nedeniyle GÂVUR PADİŞAH diye anılan Sultan II. Mahmut bu algıyı kırmak için halk ile iftar açmış ve buda ilk olmuştur.
* Ramazanda Minarelere Kaftan giydirmek Arife ve Kadir gecelerinde camilerin külahından şerefelerin altına kadar olan kısmın ışıklarla süslenmesiydi, bu özel günlerde camiler bir gelin misali süslenirdi.
*Ramazan da sokak hayvanları unutulmazdı. Sokak hayvanlarına bakılır, onlara yapılan hizmetlerin hayır olarak dönüleceğine inanılırdı. Kasaplara tembihte bulunur onların yiyecekleri etlerin parası hayırseverler tarafından ödenirdi. Bazen kafesten kuş alınır ve serbest bırakılırdı.
*Ramazanda akrabaları ve komşuları iftara çağırmak önemliydi. Hasta ziyaretleri, mezarlık ziyaretleri sıklıkla yapılırdı. Şehit ve gazi çocukları, yetimler ile öksüzler muhakkak sevindirilirdi.
*Veren elin alan elden haberdar olmadığı yardımlar yapılır, gece karanlığında kapı önlerine erzaklar bırakılır, fitre, sadaka ve zekat hususunda dikkatli davranılır, toplumsal dayanışma için her türlü adım atılırdı.
*Ramazan sofraları iftar ve sahur sofraları bereketli olurdu. İftarda et yemekleri, pilav, sebze yemekleri, pide ve tatlı vazgeçilmezdi. Hanımlar maharetlerini iftar ve sahurda gösterilerdi. En leziz yemekler hazırlanırdı. Osmanlıda işkembe çorbası iftar için neredeyse vazgeçilmezlerdendi. Sadece sahurda lahana yemeği ve soğuk paça pek tercih edilmezdi. Kahve, mevsimine göre meyve şurupları, uzaklardan getirilen kar suları, ayran, hoşaf (Komposto) önemli içeceklerdi. Ramazanın en önemli tatlısı ise güllaçtı. Güllaçtan sonra ise baklava çok yenilirdi. Ramazanın on beşinci günü sarayda baklava alayı tertip edilir, tepsilerdeki baklavalar devlet erkânına saray hizmetlilerine askerlere dağıtılırdı. Sarayın en meşhur yemeği ise Yumurtay-ı Hümayun adıyla bilinen soğanla yapılmış yumurta yemeğiydi. Fakirler hiçbir zaman unutulmazdı, aşevleri, bimarhaneler, darul’ül ziyafeler, imaretler yoksullar için, yabancı olanlar ve yolda kalmışlar için kapılarını hiç kapatmazlardı.
* “Güle Güle Ey Şehr-i Ramazan” “ Yine Gel On Bir Ayın Sultanı” gibi mahyalarda yazılan cümlelerle ramazan uğurlanırdı. İlk gece evin en yaşlısının kaldırdığı ilk sahur son gecelerde küçük çocukların da katıldığı geniş sahur sofralarıyla nihayete ererdi. Camilerde kandiller, meydanlarda meşaleler Ramazan Bayramı’nın gelişini müjdeleyerek orucu uğurlarlardı. Bir sonraki ramazana yetişebilmek için eller semaya kalkar, buğulu gözlerle dualar edilir, niyazlarda bulunurdu.
Ramazan, eşitlik, kardeşlik, yardımlaşma, misafirperverlik, dayanışma, yoksulları doyurma, fakirleri incitmeden sevindirme, bütün toplumu bir aile gibi sarıp sarmalamasıyla büyük bir İslam Medeniyeti inşa edilmişti. Osmanlı Devleti, hem devlet olarak hem de toplum olarak bu medeniyetin zirvesiydi. İnsanlarımız Osmanlıda ramazanın feyzinden yararlanmak için özel çaba harcarlardı. Bugün de tarihte olduğu gibi inanan insanlar ramazanın feyzinden yararlanmak için özel çaba harcamaktadır. Biz de içinde bulunduğumuz Ramazan-ı Şerif hanemize, şehrimize, ülkemize ve dünyaya barış huzur ve bereket getirsin diye dua ediyoruz. Rabbim bizleri Ramazandan layıkıyla faydalanmayı nasip etsin.
Tarihçi Yazar Mehmet IŞIK