Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun eserlerini okumaya devam ediyorum. Bu eserlerinden birinde şöyle bir tespit yapmış, der ki: “ Moleküler biyolojinin kurulması ve o dalda belli başlı ülkelerden olmamız gerektiğini 35 senedir söylüyoruz. 35 yıldır Türkiye’de diyoruz başlayın. Bak bu saha daha yeni çıktı, hızla gelişiyor, yakında başımıza bir sürü bela çıkacak. Çõkmedi mi? Beş TIR mal gönderiyorsun, bir kutu domates tohumu alıyorsun, ertesi sene bir daha domates çıkmıyor, haydi 3-5 TIR mal daha gönderip bir daha al. Tohum aldığımız ülke ise tohumları genetik yapısına taktığı maddeyi çıkararak üretken hale getiriyor. Size göndereceği zaman tekrar o maddeyi takıyor. Basit bir şey bu moleküler biyolojide. Sadece domateste değil, kavunda, karpuzda da bu böyle. O teknoloji az sermaye isteyen ama kafa yoğun bir iştir, bilgi isteyen bir şeydir. Bunda dünyanın başta gelen ülkelerinden olmalıyız. Neyle? Hedefli, ciddi, milli ruhta ama evrensel eğitimle, araştırmayla, sahici ve onurlu bilimcilerle. Burnumuzun dibindeki ufacık devletler oluyor da, biz mi olamayacağõz. Niçin?”
Evet, konu tohum, çözüm ise onurlu bilim adamları ile yola çıkmak ve biryerden başlamak. Başladık mi? Evet.
Peki tohumla ilgili son durum ne?
RAKAMLAR NE ANLATIYOR?
Prof. Dr. Tayfun Özkaya’da “İsrail kaynaklı tohum ve fide konusundakı bir makalesinde , diyor ki, Türkiye bütün tohumunu İsrail’den ithal ediyormuş, şeklinde yanlış bir söylenti var, diyerek açıklamasına, şöyle devam ediyor. “ Tohumun üretildiği ülke başka, ithalatçı veya ihracatçı ülke başka olabiliyor. Bir Fransız şirketi, Türkiye için İsrail’den tohum ithal edebiliyor. Benzer şekilde Türkiye’den ihaç edilen tohum da Amerikan şirketine ait olabiliyor.
Bu bilgiden hareketle şöyle bir de rakamlara da bakalım. Türkiye’nin 2013 yılı tohum ithalatının değer olarak % 18’i Fransa’tan, % 9’u ABD’den, % 8’i İtalya’dan, % 8’i Çin’den, % 7’si İsrail’den, % 6’sı Peru’dan geliyor. (Kaynak Dünya Gazetesi Tevfik Güngör, 8 Temmuz 2016 )
Sıralamaya baktığımızda İsrail 5. Sırada yer alıyor ve bu tohumların da çoğunluğu domates tohumu olarak belirtilmiş.
Rakamları vermeye devam edelim. 2006 yılında 105 milyon dolarlık tohum ithalatımız olmuş. İhracatımız ise 47 milyon dolar. Açık 58 milyon dolar.
Bu rakamlar 2013’de değişmiş, 194 milyon ithalat, 126 milyon dolar da ihracat olmuş. Açık 68 milyon, şunu da belirtelim ihracatı yapanların çoğunluğu da yine ülkemizdeki yabancı şirketler.
Domates tohumunun kilosu 6130 dolar. Yani altın üretmek gibi bir şey. Yazarımız diyor ki, bu tohumları satanlar, kasalarda bekletiyorlar tohumlarını!
Bir rakam daha aktarayım . Bizim ihraç ettiğimiz Mısır (tek melez) Mısır tohumu ise 3 dolardan satılmış.
DENGE DEĞİŞİYOR, TEDBİR ALINIYOR
Biliyoruz ki, yabancı tohum satan şirketlerin çoğu tarım ilacı da satıyor “Onlardan satın aldığımız şirketlerin ayrı cebi var. Sağ cebine tohum, soluna tarım ilacı, arka cebine de beşeri ilac parası giriyor!
Burada bir düşünün bakalım, bağımızda tarlalardaki hastalıklar nasıl çıkıyor, kimler çıkartıyor?
ZMO Genel Başkanı Özden Güngör’de 750 milyon dolarlık büyüklüğe ulaşan Türkiyenin tohum pazarının %70’nin yabancı şirketler tarafından yapıldığını belirterek şöyle diyor: “ Sadece sertifikalı tohumlara destek verilmesi durumunda küçük ölçekli tarım işletmelerimizde kullanılan yerel çeşitlerimiz yok olacaktır!”
Peki çözüm ne? Yine Özden cevap veriyor: “ Çiftçiye yeni tohumlar üretme , biyolojik çeşitliliği geliştirme imkanları sağlanarak, buna katkı bulunmak”
Yani kendi tohumumuzu kendimiz üretmemiz gerekiyor.
İşte son dönemde bunları yapmaya başladık ve kendi tohumumuzu üretmek için ciddi çalışmalar yapıyor ülkemiz.
Hatta dün Kahramanmaraş’ta bir yatırımcı alfatoksinsiz biber çekirdeği ürettiğini açıkladı, yerel gazetelerde okudum, sevindim. Helal olsun!
Tohum gelecek neslimizin sağlığı açısından çok önemli. Çünkü gelecek de insanlık tohum ve su savaşlarına girecek. Bunlar en büyük silah olacak…
Peki kalın sağlıcakla.