Merhaba değerli dostlarım.
Geçen haftaki Müslüman’ın nasıl bir şuura sahip olması gerektiği hususunda sohbetimize kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah.
İslam nuru alemi aydınlatmaya başladığı zamanlarda ki mevcut sosyal hayat ile Peygamberin insanlara teklif ettiği hayat arasında dağlar kadar fark vardı. Üstüne üstlük şanlı Peygamber Müslümanların hakiki bir şuura kavuşması için günün her anını yaşayarak onlara örnek oluyordu. Tökezlediklerinde hemen Resulullah’a koşuyorlardı. Daha sonraki dönemlerde de Peygamber vekilleri olan her dönemin mürşidi kamilleri Müslümanları aydınlatmaya devam ettiler.
Ancak dünya özellikle son 70-80 yılda başka bir yöne evirildi. Nüfus hızla arttı ve yaşam alanı olarak daha çok şehirler tercih edilir oldu. Önce sinema, sonra televizyon derken internet tüm toplumun vazgeçilmezi oldu adeta. Hele ki Akıllı telefonlarla bir başka boyuta geçtik.
Çocuklarımızı zorunlu olarak 12 yıl eğitime tabi tutuyor devlet. Hemen akabinde de her ile açılan üniversiteler yoluyla onları 16 yıllık sürecin sonunda ellerine birer diploma veriliyor. Bu diploma çoğu zaman bir işe yaramıyor ancak birde bakmışın ki gençlik başka bir dünyalı oluvermiş. Dinini, tarihini, kültürünü elinin tersiyle itmiş, hiçbir değeri olmayan görünüşte insan ama aslında insandan başka her şeye benzeyen bir varlık.
Niçin böyle olduk. Çünkü böyle olmayı biz istedik. Böyle olmayı da çok sevdik.
Zannettik ki yeni doğan çocuğun bir kulağına ezan, diğer kulağına kamet okumakla, resmi nikahtan sonra bir hoca bulup dini nikah yapmakla, çocukları yazları iki ay Kur’an kursuna göndermekle, Ramazanda aç kalmakla, iki rekat sabah namazı için gitmediği camiye teravih için koşarak gitmekle, Cuma geceleri ve mübarek gecelerde yatsı namazına gitmekle, bayram sabahları eline aldığın seccadeyle caminin en dışında son anda kıldığın ve hutbeyi bile dinlemeden camiden ayrılmakla, büyük çoğunluğuna beş vakit namazı kıldıramadığın İmam-Hatiplerle, liselere koyduğun seçmeli dini içerikli derslerle, her biri bir başka alem olam olan İlahiyat fakülteleri ile geldiğimiz nokta bu işte.
Daha da beteri sıradan her insan artık kendini dünyanın merkezine koyuyor ve her şeyi ve her konuyu en iyi kendisinin bildiği gibi aptalca bir kanıya sahip. Öyle ki dün birkaç mezhep birkaç cemaat ve tarikattan bahsederken bugün neredeyse her bireyin kendine has bir din anlayışı var.
Halbuki İslam şuuru ortak bir zemindir. Bu zeminin sınırları da Allah ve Resulü tarafından kalın çizgilerle çizilmiştir.
Şuur ne demek önce ona bakalım. Şuur: Anlayış, kavrayış, bir işi hakkıyla bilme gücü
Peki Müslüman’ca bir şuur sahibi olmak ne demektir. İşte burada olay biraz derinleşiyor. Bunun izahını da ulu çınarlara bırakalım.
Yunus der ki:
İlim meclislerine vardım eyledim ilim talep/ İlim geride kaldı İlla edep İlla edep.
Son mürşidi kamillerden olan, 20. Yüz yılı aydınlatmış olan Seyyid Ahmet Arvası ise bakın edeb’i nasıl tanımlar.
“Edep hadlere riayet demektir. En büyük edep ise ilahi hududu muhafaza etmektir.
Hayatımızda bir çok defa karşılaşmışızdır. “Edebini takın, edepsizlik etme, edebinle konuş,” gibi ifadelerle. Bu ifadelerin taşıdığı anlamla Yunus’un ve Ahmet Arvasi hazretlerinin söylemleri bir yönüyle çok farklı gibi görünse de aslında hedef olarak aynı manaya gelmektedir. Çünkü bu ifadelerin ürediği toplumda edepsizlik Müslüman’ca şuurun, Müslüman’ca bir hayat tarzının, Müslüman’ca duruşun terk edilmesini, İslam dışı bir anlayışa gidildiğini ifade eder.
Konuyu dağıtmadan yavaş yavaş, sindire sindire gitmekte fayda var.
En büyük edep İlahi hududu muhafaza etmektir sözünden ne anlamlıyız? . Bu haftaki sorumuz da bu.
Haftaya görüşünceye kadar Allaha emanet olun.