Varlıklar alemin de; Yaratan: bir tektir. O da Allah’tır. Yaratılanlar; Çoktur Canlı; İnsan, hayvan, bitki Cansız olanlar: Gözle görünüp, elle dokunulmayan türden yaratılmış varlıklar ise melekler ve cinlerdir. Manevi varlıklardır. Bu varlıklar içerisinde insanın ayrı bir yeri vardır. İnsan, eşref-i mahluktur. Yani yaratılmışların en şereflisidir. İnsan, Kur’an ifadesi ile Allah’ın yeryüzünde halifesidir. İnsan, Ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır. Yani en güzel bir biçimde yaratılmıştır. İnsan aklıyla, eserler, kültür, medeniyet, bilim ve teknoloji üretir. İnsan aklıyla ; Güzel bir masa görünce, bu masayı yapan bir marangozun var olduğunu anlar. Bir yazı görünce, o yazıyı yazanı anlar. Bir duman görünce, ateşin var olduğunu anlar. Bir aydınlık görünce, tan yeri ağarınca, güneşin doğduğunu anlar ve kavrar. İnsan, yaşadığı alem üzerinde düşünerek, fikir yürüterek, kendisini ve dünyasını yaratan bir yaratıcının olduğu sonucuna aklı ile varır. İnsan aklı ile Allah’ın varlığına ulaşabileceğinin en güzel örneğini, Hz. İbrahim’in Kur’an da geçen, Allah’ın varlığı fikrine nasıl ulaştığıdır. Hz. İbrahim putlara tapan bir toplum içerisinde( babası Âzer de putlara tapmaktaydı ve put yapmaktaydı.) yıldıza, aya ve güneşe bakarak, sonunda onları da yaratan bir yaratıcı fikrine varmıştır. Din, yüce Allah tarafından vahiy olarak gönderilen, insanların dünya ve ahiret mutluluğu sağlayan ilahi kurallar bütünüdür. Din, ilk insan(Hz. Adem) ile beraber başlamış bir kurumdur. Bu bakımdan dinin tarihi,insanın tarihi kadar eskidir. Din, öncelikle Allah’ın insanlardan neler istediğini, nasıl ibadet edeceğini öğretir. Din, bir takım kurallar koyarak insanların uyum ve huzur içinde yaşamalarını sağlar. Din, bütünü ile insan içindir. İnsan iradesi ve aklıyla hareket ettiği için,insanın akıl sahibi ve hür olması gerekir. Dindeki emir ve yasakların, helal ve haramların hepsi, ayıp, günah ve sevap kavramlarının tamamı,insan hürriyetinin kötüye kullanmasını önlemek içindir. Günah ve yasaklar insan hürriyetinin sınır taşlarıdır. Dinde ferdi sorumluluk vardır. Herkesin işlediği günah kendinedir. Herkes kendi günahının cezasını çeker. İslam da “Aslî” suç yoktur. Bir insanın, başka bir insana “ Sen şunu yapta, günahı bana olsun,benim üzerime olsun” demesi, dini açıdan hem anlamsız hem de geçersizdir. İnsan yerine göre meleklerden üstündür. Meleklerden farklı olarak Yüce Allah(c.c) insana , eşyanın isimlerini, sır ve hikmetlerini öğretmiştir. Mü’minun suresi 11. ayeti, Mü’min insan kim dir ? Sorusuna cevap teşkil etmektedir. “Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtı öderler. Onlar ki, ırzlarını korurlar…Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler. Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler. işte bunlar varis olanların ta kendileridir. Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.”(Mü’minûn,1-11) İNSANLARIN DİNE OLAN İHTİYACI Din insanla berber var olan ve yaşayan ferdi ve sosyal bir gerçektir. İnsanlık tarihi, dinsiz bir toplum kaydetmemiştir. İnsanlar ama hak ama batıl bir dine inanmışlardır. Din, insanın yaratılışından, fıtratından gelen bir ihtiyacı karşılamaktadır. İnsanın suya, havaya ve gıdaya ihtiyacı olduğu gibi dine de ihtiyacı vardır. İnsan fıtratı da yaratılıştan bir şeye inanma ihtiyacı duymaktadır. İnsan akıl yürüterek doğruyu bulma ve inanma kabiliyetinde yaratılmıştır. Aklı olanda Allah’ın varlığına inanma sorumluluğu vardır. Çünkü aklı ile Allah’ın varlığına ulaşabilirler. Hz. İbrahim’in, yıldıza, aya ve güneşe bakarak Allah’ın varlığına ulaştığı gibi. Ama insan nasıl ibadet yapacağını bilemeyebilir. Bunun içinde bir dine ihtiyacı vardır. İnsan hem bilmek ve hem de inanmak ihtiyacındadır. Dünyada hiçbir şeye inanmayan birini bulmak mümkün değildir. Dine inanmayan batıl inanca inanır. İnsan, dininden öğrendiği ibadetleri âdet için değil de, ibadet bilinciyle yapmalı ve yerine getirmelidir. Günümüzde insanlar olarak yaşadığımız bir takım problemlerin temelinde ibadetlerin âdet olarak yapıldığından ileri gelmektedir.