Vakit iftara doğru, Ahır Dağı’ndan esen ılık rüzgâr, bir yuvanın penceresinden içeriye girip, hane halkının yüzlerini okşayarak, gönüllere manevi bir atmosferi taşıyordu..Ramazan ayı girdiğinde,hep çocukluk günlerimden kalan iftar saatleri gözümde canlanır. Kaleden atılacak topu heyecanla bekler,taşlardan yaptığımız kalenin.top atışı ile yıkılışı,fırından dan yeni çıkmış pide ve ekmeğin kokusu ,çocuksu manevi duygumuzla buluşur du,adeta ekmekleşirdik.
O sıcacık ekmekle buluşmak ,dağarcığımızda ekmeğe olan saygımızı da hep yüceltmiştir. Ekmek deyince ekmeğe ait toplumda çok söylenen özlü sözleri de bir hatırlayalım.
Ekmeğine kuru, ayranına duru mu dedik./ Ekmeğine yağ sürmek /Ekmeğini eline almak. /Ekmeğinden olmak. / Ekmek parası kazanmak. /Ekmeğini taştan çıkarmak./Açlık ile tokluğun arası bir dilim ekmek.
“Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum” der şiirinin mısralarında, Şair Orhan Veli Kanık.
Ekmek ile ilgili söylenmiş o kadar çok söz var ki, satırlar yetmez, yani ekmeğin, herkeste bir hikâyesi vardır. Dünyada açlık mücadelesi içinde yaşayan insanların, bir dilim ekmeğe uzanan ellerini görüyorum. Bunun yanı sıra çöp varillerine atılan ekmek parçaları da fotoğrafın bir başka yüzü.
Peki biz toplum olarak, bu israfın ardından ekmeğimizi paylaşabiliyor muyuz?
”Eğer tadını bilirseniz ekmeği paylaşmak, ekmekten daha lezzetlidir” der üstad Necip Fazıl Kısakürek
İçinde bulunduğumuz şu mübarek günlerde paylaşma da, birbirimize yaklaşmada en büyük incelik, zafiyetlerden, önyargılardan arınıp, o kişinin içinde bulunduğu konumu iyi anlamaktır. Toplumsal huzura bir nefes olan Ramazan Ayı, paylaşmanın da diğer bir adıdır. Bir elin gördüğünü diğer elin görmediği paylaşmalar, gönül dünyamızı da rahatlatır.
Bir nevi empati kurmaktır. Paylaşıldıkça çoğalan bir kavramdır, sevgi. Giydiğimiz elbise giydikçe eskir, bindiğimiz araba eskir ama sevgiyi paylaştıkça o sürekli yenilenir ve çoğalır, bizi rahatlatırcasına! İki sihirli kelime anlamak, anlaşılmak birbirimizi anlamak yerine, ön yargılarla bağlarımızı koparıyoruz, dostluk denen bir güzellikten kendimizi de, karşıyı da mahrum ediyoruz. Oysa bu toplumun ne güzel hasletleri, gelenekleri vardı.
Diyaloglar, görüşmeler gelişmişliğin ifadesi değil mi? Birbirimizi iyi tanıyamazsak, peki birbirimize ait değerleri, yetenekleri nasıl anlayacağız?
Toplumda gelişmiş insanlar aktivitelerini meydana koyamaz ise, sosyal olgular nasıl işleyecek. Öyleyse hepimizin, birbirimize ihtiyacı var!
Aslında bizim inancımızda var paylaşmak! ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ diyoruz. Böyle bir kültürün sahibi olan bu millet de sofrasını ekmeğini her zaman paylaşmıştır.
Aslında bizler geleneklerimizle çok şanslı bir toplumuz, köklü bir geçmişimiz ve renkli bir kültürümüz var. İşi ister aile yapımızdan, ister toplum yapımızdan ele alalım.
Bütün mesele güzelliklerimizi görebilme meselesidir. William James in dediği gibi
‘’İnsanların bir nevi körlüğüne dair’’ adlı makalesinde ‘’Burada anlatmak istediğim körlük
kendimizden başka insanların, hislerine karşı gösterdiğimiz körlüktür’’
İşte bunun içindir ki insan olduğumuzu, bize ait değerlerin ne kadar yüce bir nimet olduğunu hatırlamak, bizim için ne büyük bahtiyarlık olsa gerek. Yeter ki yaşadığımızı hissedelim!
Hayırlı Ramazanlar, hoşça kalın!