Kimidost meclislerinde ben’i öne çıkaran kişiler, dikkatimi çekerler. Onlarıilgiyle izlerim. Sabrımı, tahammülümü sonuna kadar harcarım. Ola ki ön yargılıbir değerlendirme yapabilirim diye çok dikkat eder; hoşgörümü cömertçekullanırım. Duygularıma yenik düşme korkusu ve sorumluluğuyla dayanırım,dayanabildiğimce…

      Bunlarçevrelerinden mutlak bir saygı beklerler. Bir takım ölçüler

koyarlar. Konuştuklarını çok önemserler, kendilerince.Ünlü kişilerle dostluklarından dem vururlar. Onların elbiselerini giyerler,yakışıp yakışmadığına, üzerlerine uyup uymadığına bakmadan.

     Sanatçı mı?Sanatını öve-öve bitiremez. Yetmez, ulusalda ün yapmış

sanatçılarla olan sözde ilişkilerinden, onların kendisihakkındaki beğenilerinden söz ederler de yumurtadan çıkan civcivler gibi kendikabuklarına yabancılık çekerler. Söze bir kez başlamaya görsünler;diyeceklerini bir türlü bitiremezler. Sürekli hata yaparlar, ancak bununbilincine varamazlar. Böyleleri için SYRUS’UN şu sözlerine kulak vermeliler:

   “Konuşmadığımiçin değil, konuştuğum için pişman olurum.”               

     Bu yüzden kisohbet meclisi kısa zamanda erir. İnsanlar nezaketlerinin

gereği açıktan eleştiriye dayalı bir tepkide bulunmazlar.Ancak davranışlarıyla bunu incelikli bir şekilde ifade etmiş olurlar. Bizimlafazan, bu çok nazik tepkileri algılayacak, gereğini yapacak izandan yoksunolduğu için sür-gide devam eder. Kendini övmekten özel bir zevk alırken,başkalarının özverisini sonuna kadar kullanırlar da bunun bilincine bir türlü varamazlar.Atalar ne güzel demişler: “Sen kendini övme, el övsün seni.”

    Güçlü insangüvenli olur. Söz başı gelmeden atılmaz ulu-orta lafa.

Kendisini aşan insan, öz güvenli olduğu için kendindensöz etmeye pek gereksinim duymaz. Peki, nedir bu lafazanların sorunlarıöyleyse? Tabi burada birçok yanıt sıralanabilir. Kendini aşamamışlık yanında özgüven eksikliği mi? Yoksa ben duygusunun açlığını, söze döküp dışa yansıtmadürtüsü mü? Psikolojide aşağılık kompleksi diye ifade edilen bir kişilikbozukluğu mu? Dediğim olur.

    Kişinin kalıcısaygınlığı, kuşkusuz sözde ve şekli görünümlerde

aranmamalıdır. İnsanın sözü ve iddiaları değil, erdemseldeğerleri ve davranışları daha önemli olmalıdır. Asıl değer ve yücelik sözde,mevkide, cepte, malda değil, özdedir. O öz yetkinleştikçe tıpkı dolgun başaklargibi eğilir; tevazu davranışlara yansır. Böylece kişilik saygınlık kazanır,demek geçiyor içimden…

   Lafazanlıklahiçbir erdemi kendimize mal edemeyiz. Etsek de bize

yakışmaz, özümüzle örtüşmez, değil mi? Hele de söylemiyleeylemi örtüşmüyorsa, hepten boşa düşer lafazan kişi. “ Boş fıçı çok sesçıkarır.” Der , JOHN JEWEL.

   Böyleleriyetkinliğini tamamlayamamış ham meyveye benzerler. Ne kadar

yutkunsanız, aşmaz boğazınızdan. Oysa insanınyetkinleşeni olgunlaşmış meyveye benzer, elinizde kalmaz değil mi?     

   Kendimize dönük,egomuzun yönlendirdiği göreceli yargılarımız, bunlarla

ilgili savlarımız, bize bir şey kazandırmaz; aksine çokşey kaybettirir, düşüncesindeyim. Başkaları gibi olma özentisi ise bizi heptengülünç duruma düşürüp zora sokmaz mı?

   Çoğu zamanhatalarımız yüzümüze vurulmaz; söze dökülmez. Ne var ki

davranışlara yansır, kapalı imalarda tepkiye dönüşür.Burada bu inceliği sezecek bir izan duyarlılığı işlerlik kazanmalıdır, bence…

    Konuyu, LABRUYERE’NİN şu sözleriyle bağlamak istiyorum: 

“İnsanın konuşacak kadar zekâya ya da susacak kadar aklasahip olmaması büyük bir talihsizliktir.” Ayrıca Sinoplu DİYOJEN’E (Diogenes)de kulak verelim:

 “ Neden ikikulağımıza karşılık bir dilimiz var, biliyor musunuz? Çok

dinleyelim az konuşalım diye.” Bu konuda BURNS’U dayabana atmayalım: “Bize öyle bir güç ver ki Tanrım! Kendimizi başkalarınıngördüğü gibi görelim.”   

    Yüce Yaradan,kendi, kendimiz olabilme erdemini bizden esirgemesin,

dileğimle…