İnsan hayatının önemli bir bölümünü kapsayan, evlilik ve öncesinde yaşanan bir dönemdir. Bu dönemde ağızdan ağıza anlatılanlarla veya devam eden uygulamalarla günümüze kadar gelmiş töreler vardır.

Yaradılışı gereği insanoğlu tek başına yaşayamaz. Her zaman hayatını paylaşacağı, birlikte yaşayacağı kimseye ihtiyaç duymuştur.
     Birlikte yaşama isteği, sevgi saygı ve hoşgörüyle birleşince zamanla meşruluk kazanarak evliliğe dönüşmüştür. Evlilik İslam da ve Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir.
     Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İçinizden kendileri ile huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının delillerindendir. Bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”
   Hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “En bereketli nikâh, külfeti en az olanıdır.” Diğer bir Hadis-i şerifte ise; şöyle buyrulmaktadır. “Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetime uygun davranmazsa benden değildir.”
    Evlilik, hem kadına hem de erkeğe dini, hukuki ve ahlaki sorumluluklar yükleyen mukaddes bir sözleşmedir. Evlilik, külfet değil berekettir; meşakkat değil rahmettir. Evlilik, sadece biyolojik ihtiyaçların karşılanmasından da ibaret değildir. Aynı zamanda gönüllerin, ideallerin, sevinç ve hüzünlerin paylaşılmasıdır evlilik.
    Resûl-i Ekrem (s.a.v)’in buyurduğu üzere evlenmek, gözü haramdan korur, iffeti muhafaza eder”  Evlilik, güçlü bir toplumun, sağlam bir geleceğin temeli ve teminatıdır. Eşleri kötülüklerden koruyan güvenli bir sığınak, her türlü tehdide karşı sağlam bir kalkandır. Nitekim Yüce Rabbimiz evliliğin bu yönünü Kur’an-ı Kerim’de şöyle haber vermektedir: “Eşleriniz, elbisenin bedeni koruduğu gibi sizi haramdan koruyan bir örtüdür; siz de aynı şekilde eşleriniz için bir örtüsünüz.””
   Evlilik, erkek ve kadının karşılıklı rızasıyla, şahitler huzurunda kıyılan nikâhla tesis edilir. Nikâh, iki gönlün birleştiğinin, can yoldaşı ve hayat arkadaşı olduğunun ilanıdır. Nikâh akdiyle eşler, birbirine karşı sevgi, saygı, sadakat, sabır, şefkat ve merhameti şiar edineceklerinin sözünü verirler. Varlıkta ve yoklukta, sevinçte ve hüzünde her daim birbirlerinin yanında olacaklarını kabul ederler.
     Evliliğin ilanı olan düğünlerimizde asıl olan tevazu ve sadeliktir. Gösteriş, aşırılık ve israftan uzak olmaktır. Ne var ki, günümüzde evlilik için yapılan gereğinden fazla harcamalar, aileleri sıkıntıya sokmaktadır. Eşlerin yuva kurarken ağır bir borç altına girmeleri, huzur ve mutluluklarına engel olabilmektedir. Hayatlarının en güzel zaman dilimi, maddi kaygılar nedeniyle huzursuzluk ve zorluk içerisinde geçebilmektedir. Hatta bundan dolayı kimi evlilikler, ya başlamadan bitmekte ya da zamanla ayrılıkla sonuçlanabilmektedir.
  Düğün yaparken İslam’ın emir ve yasaklarına riayet edilmeli. Mahremiyet sınırlarını ihlal edilmemeli. İnsanın sağlığına ve saygınlığına zarar veren her türlü haramdan uzak durulmalıdır.. Toplumun huzurunu bozan, çevreyi rahatsız eden, insanların canına ve malına zarar veren tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır.
Eskiden evli erkeklerin korkulu rüyası;
   "Mor Cepken."
   Mor cepken, kadınların çeyizine konurmuş eskiden. Çeyiz sandığının en altına konur ve evlenen kadının onu hiç giymemesi temenni edilirmiş. Çünkü; kadının o mor cepkeni giyip, evin damına, bacasına, köy meydanına, herkesin görebileceği bir yere çıkması, "Kocamı sevmiyorum, kocam bana eziyet ediyor, gönülsüz evlendim, boşanmak istiyorum, zor durumdayım, bana yardım edin", anlamına gelirmiş. Ve köylülerce, o kadına mutlaka yardım edilir ve kocası ayıplanırmış.
   Bu nedenle erkekler, eşleriyle yaşadığı problemleri şiddete başvurmadan, saygı ve sevgi ile üstelik eşlerine önemli tavizler vererek çözmeye gayret ederlermiş̧. Aksi durumda kocalar, eşinin mor cepken giyeceğini bilirlermiş. Eşi mor cepken giyen erkek, eşinden boşanmakla kalmaz, bir daha da kolay kolay evlenemezmiş̧.
   Çünkü herkes bilirmiş̧ ki; eşine mor cepken giydiren adamdan koca olmaz. Kadına saygı göstermeyen, şiddet uygulayan insana bir daha kimse kız vermez, bir daha evlenmesi de güç olurmuş. Hal böyle olunca, şiddete maruz kalan kadın sayısı yok denecek kadar az olurmuş.
   Eğer; bir kadın mor cepkeni giyerse,  , diğer kadınlar, yaşlı analar, neneler, işlerini güçlerini bırakarak, mor cepken giymek zorunda kalan kadını korumaya alırlarmış.
    Mor cepken giyen kadının kocası evinden dışarı çıkamaz, kahveye gidemez, kimse de yüzüne bakmazmış.
   Eğer,  kültürümüze sahip çıkıp, geleneklerimizi devam ettirebilseydik, belki de; bugün çok daha farklı olabilirdi. Hiç bir kadının mor cepkeni giymek zorunda kalmazdı.  Kadına şiddetin arttığı günümüzde bu gibi kültürel değerlerimize sahip çıkmanın önemi ortaya çıkmaktadır.