Türkiye, zaman zaman siyasi karışıklıkları yaşamaya alışık bir ülke. Bunun nedeni Siyasi partiler. Partilere bağlı ses yükseltmeler.
CHP Belediyelerine kayyum atanması ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması bu işin tuzu biberi oldu. Hiçbir konuyu oturup anlaşarak çözüme kavuşturmuş bir alışkanlığımız da yok. Her gün mitingler, toplantı ve yürüyüşler yapılıyor; anayasaya göre suç değil. İnsanlara verilmiş hak. Yeter ki sağa sola zarar vermeden olsun. Günümüze kadar yapılan mitingler ve yürüyüşlerde kayda değer bir zarar verilmedi. Artık Türk insanı da vurup kırmadan sesini duyurmaya çalışıyor.
Her ekonomik model, kendi değer yargılarını, kültür, insan, toplum ahlaki anlayışlarını beraberinde taşır. Bu modeller, kendi ellerinde olmaksızın, kendi “dünyalarını” yaratırlar. “Değişik zıt renkler” gibi kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış olmayabilir. Ne var ki, ekonomik anlayışın topluma ve insanlara bazı yeni eğilimler aşılaması, var olanları zayıflatması ya da güçlendirmesi, değer yargılarının ve davranış biçimlerinin öncelik sıralamasını etkilemesi, ilk günden başlayan bir süreçtir. Bu süreç içinde ve sonucunda toplumun ve insanların ortak kimliği değişime uğramasıdır.
Bu açıdan olaya baktığımızda, günümüzün ekonomik “modeli” nasıl bir toplum ve insan kimliğine adaydır?
Yaşadığımız sıkıntılar, iktidar ve ana muhalefet partisinin bilek güreşini anımsatıyor. Sonuç olarak hepsi ekonomiye dayanmaktadır. Halkın bu kadar tepki ve sokağa çıkmasının en baş nedeni yine ekonomi, alım gücü. Son süreçte yaşanmakta olduğumuz siyasetin büyük bölümü alım gücü ve geçim sıkıntısı... Özgür Özel lider olarak kendisini kanıtladı denebilir. “İlle de seçim, ille de seçim” denmesinin nedeni yine ekonomiye dayanmaktadır.
Ancak bu kadar gerginliklere neden olan ekonomi; günümüze kadar nasıl çözüleceği, halkın nasıl daha ferah bir hayat süreceğine ilişkin bir inandırıcı açıklama yok. Kim gelirse gelsin, sonuç olarak işleri kolay değil. Çünkü biz ülke olarak üretmiyoruz. Katma değeri yüksek ürün konusunda yeterli değiliz. Bunların hepsi de değeri yüksek üretim yapamadığımızdan kaynaklanmaktadır.
KMTSO Meclis Başkanı Hanifi Öksüz, ramazanda verilen iftar yemeğinde şunları söyledi: Kahramanmaraş sanayisi, tekstil ve metal mutfak araç ve gereçleri üreten ve ihraç eden bir il konumunda. Şu anda tekstil ve metal sanayi can çekişiyor. Maliyetimizin artması sonucu, üreticiler ucuz maliyeti olan ülkelere gidiyorlar. Biz de sanayici olarak değişik, katma değeri yüksek üretim yapmak zorundayız, demişti.
Ülke olarak çok sorunlu bir bölgede yaşam sürdürmekteyiz. Norveç gibi, İsveç gibi sorunsuz bir coğrafyada yaşamıyoruz. Savaşların büyük kısmı bu coğrafyada yaşanmakta.
Bir de iki yılı aşkın süre önce 11 ili etkileyen bir deprem felaketi yaşadık. Kahramanmaraş, en çok zarar gören illerimizin başında gelmekte. Hem ekonomiyi ayakta tutmak hem de ağır zarar gören il, ilçe ve köylerin içerisinde olduğu bir felaketi inşa etmek kolay değil… Çok daha önemlisi de askeri gücümüzü canlı tutarak, “Dosta güven, düşmana da korku vermek” zorundayız. Birbirinden sorunlu süreçlerden geçiyoruz.
İktidar uğruna enerjimizi boşa harcıyoruz. Bu da ülke ekonomisine zarar veriyor. Son zamanlarda yaşanan olayların arkası önü kesilemiyor. Ancak hiç yoktan var olan ülke insanlarıyız. Ne kadar üzüntülü süreçten geçsek de bunun çözüm yolunu bulmamız gerekir diye düşünüyorum.
Osmanlı Sultanı'nın yüzüğündeki söz bu yüzden çok anlamlı:
"Bu da geçer ya hu!"
Sultan hazretleri sözü çok beğenmiş, hemen parmağına takmış. O günden sonra ne zaman imparatorluğun işleri kötü gitse; savaşlar, kıtlıklar, afetler, zorluklar olsa, yüzüğüne bakmış, “Bu da geçer ya hu” demiş, rahatlamış.