DAĞARCIĞI DOLU OLMAKTAN ZİYADE TAŞIYOR OLMASI GEREKİR BİR YAZARIN

EDEBİYATA OLAN İLGİM LİSE YILLARINDA BAŞLADI

SORU: Merhaba Hasan Bey, okurlarımız sizi biraz daha yakından tanısın istiyoruz, neler söylersiniz?

CEVAP:Öncelikle böyle bir imkânı sunduğunuz için size ve sizin şahsınızda Salkım Söğüt dergisine emek veren tüm dostlara teşekkür ediyorum. Ayrıca başkanı bulunduğunuz MESDER Kahramanmaraş Edebiyat ve Sanat Derneği’ne gönül vermiş sanatçılarımıza da saygılarımı sunuyorum. 1961 Kahramanmaraş Karadere Köyü, yeni adıyla Karadere Mahallesi doğumluyum. İlkokulu köyde okudum. Beşinci sınıfta okulun dolabındaki kitapları okuyup bitirdim. Devamını tahmin edersiniz. O zamanlar hikâye hep aynıydı; köyde ilkokulu bitiren öğrenci, biraz başarılıysa şehirde veya ortaokul bulunan bir yerdeki akrabasının evinde kalır, on iki on üç yaşında gurbete dayanabilirse ortaokul mezunu olurdu. Bizimki de öyle oldu. Orta bir ve ikiyi Pazarcık’ta halamın yanında okudum. İkinci sınıfta ailem şehre taşınmıştı. Kaydım Gazi Ortaokulu’na alındı. Ticaret Lisesi, Kahramanmaraş Meslek Yüksek Okulu Muhasebe bölümü ve AÖF İktisat bölümü mezunuyum. Gençlik yıllarında şehrimizde çıkan çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdım. Şehrimizin önemli inşaat firmalarının birinde muhasebeci olarak çalıştım. 1993 yılında belde statüsüne geçen doğum yerim Karadere’de 1999-2004 yılları arasında bir dönem belediye başkanlığı yaptım. Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş şubesi ve Türkiye Belediye Başkanları Birliği üyesiyim. Bunların dışında memleketimizin kültürüne katkı maksadıyla çeşitli dernek ve birlik çatısı altında çalışmalarım oldu.

SORU: Okuma ve yazı yazma serüveniniz nasıl başladı?

CEVAP:Edebiyata olan ilgim lise yıllarında başladı. İlkokuldan aklımda kalan Jules Verne’in Seksen Günde Devriâlem kitabını saymazsak, Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Kilit, Anahtar, Kapı romanlarıyla yola çıktım diyebilirim. Daha sonra Ali Saim Emirmahmutoğlu, mizah konusunda birçok kitabı bulunan Durdu Güneş, Bahaettin Karakoç, depremde kaybettiğimiz Ahmet Doğan İlbey gibi her biri kendi alanında takdire şayan eserler vermiş sanatçılarla tanışmam, özellikle okumama hız verdi. İsimlerle okuyucuyu sıkmak istemem ama Ali Yurtgezen hocamı da zikretmeden geçmek olmaz.

“ÇATAL YOLU” BENİM İÇİN ÇOK KIYMETLİDİR

SORU: Geçen yıl çıkardığınız “Çatal Yolu” isimli hikâye kitabınız hakkında neler söylersiniz.

CEVAP:Çatal Yolu benim için çok kıymetlidir. Özellikle beş yıllık belediye başkanlığı döneminde yaşamış olduğum zorlukları, sıkıntılarımı saklıyor sayfalarının arasında. İlk kitap olduğu için birçok eksikliklerimiz de var Çatal Yolu’nda. Toplam yirmi dört hikâye var kitapta. Bunların on beş tanesi belediye ile ilgili, diğer dokuzu da yine köy hayatı ile ilgili hikâyelerdir.  

HİKÂYEDE BİR SAMİMİYET VAR. ÖYKÜ DAHA DÜNKÜ ÇOCUK 1950 DE GİREBİLMİŞ SÖZLÜĞE

SORU: Kitabın önsözünde Hasan Ejderha sizin için “Öykücü değil tam manası ile hikâyecidir” İfadesini kullanmış. Sizce hikâyeyi öyküden ayıran şey nedir? Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?

CEVAP:Yukarıda, okuma yazma serüveni bahsinde Hasan Ejderha’dan bilerek bahsetmedim. Hasan bey, benim hayatımda yeri doldurulamayacak bir dost, bir akraba ve bir sanatçıdır çünkü. Çocukluğumuz beraber geçti. Ortaokul ve liseyi aynı okullarda okuduk. Üzüntülerimizi, sevinçlerimizi paylaştık. Kitapta yer alan birçok hikâyenin içinde bulunmuştur kendisi. Beni benim kadar bildiği için öyle bir değerlendirmede bulunmuş. Diğer sorunuza gelirsek; hikâyeyi öyküden ayıran şey samimiyet gibi geliyor bana. Öykü, benim derdimi, demek istediklerimi anlatacak kadar güçlü bir kelime değil. Tabirimi hoş görün lütfen; öykü daha dünkü çocuk. 1950 yılında girebilmiş sözlüğe. 

MAALESEF TÜRK KÖYLÜSÜ HENÜZ YETERİ KADAR HİKÂYE EDİLMEDİ, KİTAPLAŞTIRILMADI

SORU: Hikâyelerinizde yaşadıklarınızı ve yaşadığınız yörenin anlatılarını yazıyorsunuz. Durum hikâyelerinden ziyade olay hikâyeleri tarzında… Bu konuda neler söylersiniz?

CEVAP:Doğrusu ben hikâye yazmaya çok geç başladım. Henüz yaşadığım hikâye olabilecek hadiseleri bile yazıya dökemedim. Bir de çevremizde gördüklerimizi düşündüğümüz zaman elimizde fazlaca malzeme bulunmuş oluyor. Bu malzemeleri kullandığımızda da hikâyeler olay hikâyeleri oluyor. Fakat burada açık yüreklilikle ifade etmek isterim ki, yazmaya çalıştığım hikâyenin hangi hikâye türüne girdiğini merak etmiyorum. Zaman zaman hikâye tahlilleri ve teknikleri okuyorum. Kalıplaşmış birkaç tür dışında herkes kafasına göre bir şeyler yazıyor, kendisine göre bir çeşit hikâye türü belirliyor. Maalesef anlaşılmaz kavram ve kelimelerle açıklamalar yapılmaya çalışılıyor. Hikâyelerin doğup büyüdüğümüz yöreyle ilgili olmasına tekrar gelecek olursak, evet doğup büyüdüğüm yöreyle ilgili hikâyeler yazmaya çalışıyorum. Ülke olarak bizim okurumuz, dünyanın birçok ülkesinin köylüsünden şehirlisine, gencinden yaşlısına insanların hayatlarını, yaşama şekillerini, çektikleri ıstırapları okudu yıllarca. Maalesef Türk köylüsü henüz yeteri kadar hikâye edilmedi, kitaplaştırılmadı. Bunlar büyük laflar tabiî. Bizim o hikâyeyi, o romanı yazma gücümüz yok belki ama bunlar yazılmalı, diye düşünüyorum.

SORU: Yazım esnasında olay öyküleri ve durum öyküleri için sizce hangi zaman kipleri daha uygundur. Birkaç örnekle açıklayabilir misiniz?

CEVAP:Esasen bu konu uzun bir mevzuu. Şu hikâye türü için şu kip kullanılır diye bir sınırlama hemen hemen mümkün değildir. Şöyle ki hikâyesinin kahramanını sabah bir yere gönderecek olan yazar “gidecek” dediği zaman gelecek zaman kipini kullanmış olur. Aynı şekilde şimdiki zaman ve diğer kipler, başka bir deyişle kalıplar da aynı hikâye içerisinde kullanılabilir. 

POSTMODERN ÖYKÜ, ANLATACAK HİKÂYESİ OLMAYAN BİR KISIM SANATÇILARIN YAZIP ÇİZDİKLERİ

SORU: Postmodern öykü hakkında neler söylersiniz? Bu öykü türünün ülkemiz edebiyatının gelişmesine katkısı olmuş mudur?

CEVAP:Postmodern öykü, henüz elli altmış yıllık kısa bir serüveni olan yeni hikâye türüdür. Açık yüreklilikle ifade etmek gerekirse, anlatacak hikâyesi olmayan bir kısım sanatçılar tarafından yazılıp çizilmektedir. Herhangi bir gerçekliği olmadığı için tutunabilecek mi onu zaman gösterecek. Her zaman her çeşit şeyler yazılıp çizilecektir mutlaka. Fakat bunlardan bir kısmı sevilecek, sevenleri tarafından geleceğe taşınacak, bir kısmı ise tarihin sayfaları arasına giremeden kaybolacaktır.

HENÜZ YAZIYA GEÇMEMİŞ GÜNLÜKLERİM VAR

SORU: Kitabınızda da hikayeleştirdiğiniz gibi bir dönem belediye başkanlığı yaptınız. Siyaset ve idarecilik yazılarınıza etkisi nasıl oldu?

CEVAP:On beş yıl bir firmada çalıştım. Çalıştığım firmanın sahibi, zamanın hükümet partisinin il başkanıydı. Sanırım siyaset oradan bulaştı bana. Sait Faik Abasıyanık “Yazmasam deli olacaktım” demiş. Ben de içimde kalması durumunda neredeyse aklıma zarar verecek şeyleri yazıya döktüm. Çatal Yolu’nun çoğunluk hikâyeleri siyasetle ilgilidir. Yukarıda da söylediğim gibi henüz yazıya geçmemiş günlüklerim var. İnşallah ilerleyen zamanlarda onlara da sıra gelir. 

HİKÂYELERİMDE GENELLİKLE YAŞADIĞIM OLAYLARI YAZIYORUM

SORU: Hikayelerinizi yazarken yaşadıklarınızı mı yazıyorsunuz? Kurguladığınız hikayeler de var mı?

CEVAP: “Çok azı aklımda kalmış bu hikâyenin, bir bölümünü görenlerden duydum, bir bölümünü de düşledim” diyor Tolstoy, Hacı Murat romanı için. Bu cümle bizim gibi hikâye yazmaya çalışanların durumunu çok güzel açıklıyor.  Genellikle yaşadığım olayları yazıyorum. Fakat her hâlükârda kurgulama oluyor. Zaman, mekân ekleniyor. Tasvirler devreye giriyor. Anlatmaya çalıştığım olayları yaşayan kişilerin isimlerini, hikâyelerin kahramanlarını değiştirmek zorunda kaldığım oluyor.

SON ZAMANLARDA ÇIKAN HİKÂYE KİTAPLARININ BİRÇOĞU, OKUYUCUYU KENDİNE ÇEKMEKTEN UZAK

SORU: Sizce iyi bir öykücü ve iyi bir öykü nasıl olmalı?

CEVAP:Güzel cümleler ve güzel tasvirler olsa da ben sonu olmayan, güzel bitmeyen hikâyeleri bir türlü sevemedim. Son zamanlarda çıkan hikâye kitaplarının birçoğu, okuyucuyu kendine çekmekten uzak, bilindik yemek ve çay muhabbetleriyle dolu. Bazen bir hikâyede üç öğün yemeğin anlatıldığına şahit oluyoruz. İnsan bir şeyi okurken, bir şeyi arıyor aslında; kendinden bir şeyi. Âcizane, o bir şeyin bulunduğu hikâye güzel hikâye, onu yazan iyi bir hikâyecidir, diye düşünmekteyim.

ANLATIMI UZATMAK HEM OKUYUCUYU SIKAR HEM DE HİKÂYE İLE BAĞLANTIYI KOPARIR

SORU: Hikayelerinizde kullandığınız betimlemelerle okuyucuyu olayın içine çekiyorsunuz. Betimlemelerin fazlalığı hikâyeye nasıl bir etki sağlar?

CEVAP:“Homeros yalnız şair değil aynı zamanda ressamdı, kelimeleri boyalar, gölgeler ve ışıklar gibi kullanıyordu.” diyor Nihad Sâmi Banarlı. Şiir, hikâye, roman bunların hepsi kelimelerle vücut buluyor. Kelimeleri yerinde kullanmak, demek istediğini en uygun kelimeyle anlatmak her sanatçının ilk hedefidir. Betimleme, diğer adıyla tasvir Anadolu insanının farkında olmadan yaptığı bir şeydir aslında. “Laf zamanında açılır” derler, konuşmaya başlarken. Ya da ne bileyim, “Yine böyle bir akşamüstüydü” diye lafa girilir. Farkında olmadan tasviri kullanmış olur, lafa giren. Fakat Çatal Yolu’ndaki birçok hikâyede bizim yaptığımız gibi, anlatımı uzatmak hem okuyucuyu sıkar hem de hikâye ile bağlantıyı koparır kanaatindeyim.

KELİME UĞRUNA BAZEN HİKÂYE HARCANIYOR, BU HERŞEYDEN ÖNCE KELİMEYE EZİYETTİR

SORU: Siz zaman zaman kitap eleştiri yazıları da yazıyorsunuz. Kategorik olarak eserin hangi yönlerini değerlendiriyorsunuz?

CEVAP:Birçok kitap okurunun yaptığı gibi ben de kitapları elimde kalemle okuyorum. İlk zamanlar kelimelerin altını çizer, sağına soluna yıldız yapardım. Sonraları kitapları karaladığımı fark ettim. Uzun zamandır beğendiğim veya bariz olarak -tabiî ki bana göre- çirkin görünen kelime ve cümlelerin karşısına kurşun kalemle, kitabı incitmeyecek şekilde küçücük bir tire çekiyorum. Daha sonra kitap emanetse o sayfanın numarasını başka bir kâğıda yazıyorum. Kendi kitabımsa en arka sayfaya not alıyorum. Kitabı okuyup bitirdikten sonra, kitabın geneliyle ilgili bir değerlendirme yapıp bilgisayarıma yazıyorum. Ve o notun altına da beğendiğim veya anlamsız bulduğum kelimeleri, cümleleri yazıyorum. Bu zaviyeden bakıldığında okuduğum her kitapla ilgili bir değerlendirme yazısı yazmış oluyorum. Eserin hangi yönlerini değerlendiriyorum? Uzağa gitmeye gerek yok, sizin Germanicia Güzeli’nden aldığım notlardan bir misal “Ne kadar usta avcı olsak da hangimiz bir ceylana av olmadık ki!” ne güzel bir cümle! Anlamsız bulduğum cümlelere örnek vermek gerekirse “Hastanenin beyin uzmanından buluşum almışlar.” diyor bir yazar. Mutlaka hoş gören, kabullenen dostlar vardır buradaki “buluşum” kelimesini, fakat bana saçma geliyor. Hani kafiye uğruna kelimeyi harcamak deyimi var ya şiirde, burada da kelime uğruna hikâye harcanıyor. Bu, her şeyden önce kelimeye eziyettir, zulümdür.     

DÜNYA KADAR YAZARIN ESAS MESLEĞİNİ ÇOĞU OKUR BİLMEZ BİLE

SORU: Kahramanmaraş’ın geçmiş dönem edebiyatçıları ile günümüz edebiyatçılarını kıyas ettiğinizde herhangi bir fark görüyor musunuz? Görüyorsanız bu farklar sizce olumlu yönde mi? Değilse önerileriniz neler olur?

CEVAP: Geçmiş dönem edebiyatçılarına göre yeniler daha şanslı demek en doğrusu galiba. Bir kere günümüz edebiyatçılarının imkânları o kadar geniş ki, istediği her şeye her an yetişme şansı var. İmkânları daha çok olduğu için, eskilere göre daha donanımlıdırlar. Bundan kırk yıl evvel gazetede köşe yazıları yazıyorduk. Eminim aynı şeyleri yaşamışızdır. Daktilonun başında bir kelime, bir bilgi için saatlerce kaynak aradığımız, elimizde varsa kitap karıştırdığımız günler olmuştur. O zamanlar şehrimizde yılda bir iki kitap zor çıkardı. Maşallah şimdi sayısı belirsiz. Kaliteye gelecek olursak, hayır şimdi çıkan kitapların içerisinde de çok kaliteli eserler var. İzin verirseniz burada bir konuya daha değinmek isterim: Günümüz edebiyatçıları arasında isimlerinin önüne birtakım unvanlar koyma çabası yayıldı. Bazen ismin önüne üç beş tane unvan yazıldığı oluyor. Hüseyin Su “Edebi değeri yüksek eser ortaya koyabilen yazarın gereksiz övgüye, yüksek mevkilere ihtiyacı yoktur.” diyor. Kaldı ki eserleri dünya klasikleri arasına girmiş, dünya kadar yazarın esas mesleğini çoğu okur bilmez bile.

MESDER, FAALİYETLERİNİ TAKDİRLE İZLEDİĞİMİZ MEMLEKETİN EN ÖNDE GELEN DERNEĞİDİR

SORU: Kahramanmaraş’ta son dönemde edebi faaliyetleriyle öne çıkan Mesder Kahramanmaraş Edebiyat ve Sanat Derneği hakkında neler söylersiniz?

CEVAP:MESDER, faaliyetlerini takdirle izlediğimiz, yayınlarından feyz aldığımız, memleketimizin en önde gelen derneğidir. Aynı zamanda alanında kendini yetiştirmiş usta sanatçıları bir arada bulundurması derneğe ayrı bir ağırlık kazandırmaktadır. Kapısının her zaman genç kardeşlerimize sonuna kadar açık olması, gençlerin kafalarındaki sorulara, buradaki güzel insanlar tarafından ikna edici ve yollarını aydınlatıcı cevaplar verilmesi, dile getirilmesi gereken güzel faaliyetlerdir, diye düşünüyorum. 

ÇOK OKUMAK, ÇOK ÇALIŞMAK GEREKİR

SORU: Son olarak genç yeteneklere, genç kalemlere ve Salkım Söğüt okurlarına mesajınız neler olur?

CEVAP:Cemil Meriç “TV kitabı ilk rauntta öldürdü.” demiş. Günümüz teknolojileri, internet ve cep telefonları da maalesef gençliği okumaktan yazmaktan alıkoydu. Gel gör ki gençlerimizin bugünkü durumuna bakıp onları suçlamak asla doğru değil. “Bir hey’etin mesâvîsi efrâdın cümle seyyiatıdır./Bir heyetin kötülükleri, fertlerinin toplam günahlarıdır.” diyor Yusuf Akçura. Yani, günah en küçüğümüzden en büyüğümüze hepimizindir. Ne bileyim; çocuklarımız Cin Ali’yi tanımadan, Kaşağı’yı okumadan önlerine yığılan test kitaplarının arasında kayboluyorlar. Yegâne hedef, devlet dairesinde bir koltuk sahibi olmak. Zaman geçirmeden birilerinin çıkıp sanayideki ustaların devlet memurlarından daha fazla para kazandığını, devlet memurlarından daha fazla itibar gördüklerini bu gençlere anlatmalı diye düşünüyorum. “Bizi çalışmak kurtarır” sanki bu cümleyi genç kalemler için söylemiş Çehov. Çok okumak, çok çalışmak gerekir yazmak için. Dağarcığı dolu olmaktan ziyade taşıyor olması gerekir. Cahit Külebi “Söyleyecek şeyim olmadan da yazmadım” demiş. Şahsınızda Salkım Söğüt okurlarına saygılarımı sunuyorum. Dergiye emeği geçenlere zihin açıklığı diliyorum. Şahsıma böyle bir teveccühte bulunduğunuz için en derin saygılarımı sunuyorum.

Bu güzel söyleşi için size çok teşekkür ediyorum.

Bana bu fırsatı tanıdığınız için ben teşekkür ederim.