Ayasofya bugünlerde tekrar tartışma konusu haline geldi. Aslında çok da tartışılacak bir tarafı yok. Yetki ve çözümün elimizde olduğu bu konuyu iç ve dış basının gündemine taşımak gereksiz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mülkü olan tarihi yapıyı Türkiye Cumhuriyeti istediği gibi tasarruf edebilir. Nasıl ki Fatih Mehmet cami, Mustafa Kemal Atatürk müze olarak tasarruf etmiş ise şimdi de ne isteniyorsa o yapılabilir. Buna kimsenin itirazı olamaz. Ayasofya’nın tarihi seyrine ve kullanım amaçlarına kısaca bakmak gerekiyor.
Ayasofya dünyada en çok ziyaret edilen yerlerden birisidir. Doğu Roma döneminin 537 tarihinde İmparator Justinianus tarafından Anadolulu iki mimara yaptırılan bu büyük mabet, Kudüs’teki Süleyman tapınağından sonra bütün dünya mimarları tarafından hayranlıkla ve kıskançlıkla rekabet konusu edilmiştir. Ayasofya sadece mimari tasarım olarak değil, dışında ve içerisindeki birçok özelliği bakımından da merakla ve ilgi ile her zaman gündemde kalmakta. Buna rağmen Ayasofya hakkında hâlâ tam olarak bilinmeyen birçok nokta bulunmakta.
Günümüzdeki Ayasofya aynı yerde yapılan üçüncü Ayasofya’dır. İlk ikisi yapıldıktan sonra bu “Büyük Kilise” (Mega Ekklesia) yapılmıştır ve ilk adı Ayasofya değil, Büyük Kilise’dir. Uzun süre bu şekilde anılmıştır.
Ayasofya’nın ana binasından başka vaftizhanesi olduğu tahmin edilen iki bina daha var. Bunların şu andaki Ayasofya’dan daha eski yapılar olduğu öngörülür. Bunlardan birisi hazine binası olarak geçer ve kuzeydoğuda bulunur, diğer vaftizhane ise güneybatıda yer alır.
Ayasofya Doğu Roma Patrikhane Kilisesi’dir. St. Sinod Meclisi Ayasofya’nın güney cephesindeki koridorda yer alan odalarda toplanırdı. İkinci Ayasofya’nın batı duvarı temelleri, bugün ayakta ve havarileri sembolize eden kuzularıyla gelenleri karşılar.
Ayasofya’nın’nın avlusunda Osmanlı döneminde, bir sıbyan mektebi, bir muvakkithane, iki sebil, bir üç yüzlü çeşme, devasa orta şadırvanın yanında küçük duvar şadırvanı, bir büyük imaret, bir medrese, iki güneş saati inşa edildi. Ayasofya’nın içindeki bazı parçalar değişik dönemlerde yerinden alınarak Türkiye dışına çıkarıldı. Bunlar bugün Avrupa’daki bazı müzelerde sergilenmekte.
Ayasofya’nın bahçesinde, üç büyük, bir küçük türbe bulunmakta. Aynı avlu içinde beş Osmanlı padişahı yatıyor. Bunların üçü ana kilise binasına, ikisi vaftizhane binasına kondu. Söz konusu padişahlar tahttan indirildiği için ayrı türbe yapılması düşünülmüş. Bir vaftizhanenin padişah türbesine dönüştürülmesi Ayasofya’dan başka yerde örneği görülmeyen bir olay.
Ayasofya Osmanlılar dönemindeki en büyük, en önemli ve en kıdemli camiydi. Devlet protokolünde, merasimlerde bir numara olma özelliğini sürdürdü.Ayasofya Bizans imparatorlarının taç giyme mekânıydı. İmparator, Patrik tarafından orada karşılanıp, kilise naosundaki özel işaretli yerde taç giydirilirdi.
Mimar Sinan’ın en güzel ve en büyük boyuttaki türbe örneklerinden bir tanesi, Sultan II. Selim için yaptırılan türbe, Ayasofya avlusunda bulunuyor. Avludaki bu bölüme, padişah yakınlarından başka kimse gömülmedi. Toplam 120 naaşın hepsi türbe içindedir.
Ayasofya’nın kubbesinde Allah’ın yerlerin ve gökyüzünün nuru olduğunu belirten Kur’an’dan Nur Suresi ayet 35 yer almaktadır. Bu, bütün camiler içerisinde zeminden en yüksek noktada bulunan kubbeye yazılan bir ayettir.
Halkın cami derslerine devam ederek kendini yetiştirmesi, kitapsever ve araştırmacıların faydalanması için bir padişahın binlerce cilt kitaplarını bağışlayarak ana bina içinde kütüphane yaptırdığı camidir.
Osmanlı döneminde genel eğitimin bir örneği olan cami derslerinin uygulandığı, ondan fazla sınıfıyla bağımsız maksureler halinde toplu ders yapılan, ilk defa seçmeli dersin okutulduğu ve açık öğretimin gerçekleştirildiği mekândır