Değerli okurlarım, malumunuz çok sancılı bir dönemden geçiyoruz. Nefis denen mahluk ise bizi her daim bir nefes gibi takip etmekte. Derdimiz davamız ve tasamız bir an evvel bilhassa ekonomik açıdan büyük bir özgürlüğe kavuşmak ve refah bir yaşam sürmek.
Bu da maalesef şu zamanda hiç mümkün değil; lakin umutsuz da değilim; ancak bu devran da böyle gitmez acil bir çözüm üretilmesi gerekir. Haberlerde, makalelerde, açıkoturumlarda; şurda ya da burda bunlarla ilgili çok şey görüyoruz, duyuyoruz ve okuyoruz…
Kimisi doğru söylüyor kimisi yalan söylüyor, diyor. Elbette ki bu göreceli bir kavram; lakin efendiler! Hakikat da gün gibi ortada… Türkiye’mizde maalesef yarıdan fazlası çok büyük bir ekonomik kriz yaşıyor. Bunu daha önceki yazılarımda da yazmıştım, defatle dile getirdim. Bizler şu yüzyılda varlığın imtihanını çekiyoruz. Herkesde cep telefonu var, tablet var, internet var, şu var bu var; tabii ki de olacak. Bunların hepsi de olacak. Hepsi ihtiyaç; olmazsa olmaz zaten.
Buradaki asıl mesele memleketimizin insanı alacağını rahat alıp vereceğeni kolay verebilmesidir; yalnız bu mümkün olmamaktadır. Şu parti veya bu parti; o hükumet yok bu hükumet. Bunlar da önemli değil arkadaş! Hangi parti olursa olsun hangi hükumet gelirse gelsin takriben seksen beş – doksan milyon nüfusumuza yani vatandaşımıza adaletle hükmedebilmesidir mesele. Mesele herkese eşit mesafede yaklaşabilmesidir.
Bu meseleyi de aşağıdaki kıssadan hisse ile uzak ve yakın çağrışım göstererek anlatmak istiyorum. Günlerden bir gün iki kardeş farklı yollara ayrılmışlar; yani bir köy yaşamını diğeri de şehir hayatını tercih etmiş.
Bu zamanda şehre gitmek, oranın günahlı hayatına karışmak çok kötü. İyisi mi ben köyün çobanlığını yapim, günahlardan uzak kalim.
Diğeri ise şehre gitti. Bir mahallede küçük bir tamir kulübesi açıp, başladı ayakkabı tamirine. Çoban dağda koyunları, keçileri otlatıyor, hiçbir namazını kaçırmıyor, hiçbir şekilde de namahreme nazar etmiyordu. Bütün gün ormanın sessizliği içinde zikirle, fikirle, şükürle yaşayıp gidiyordu. Bu sebeple de manen bir hayli ilerledi. Kerametlere mahzar oldu. Düşünüyordu ki kardeşi şehirde bir sürü günah ve namahreme nazar ile manen sükut ediyor. Bir ara ona acıyarak, ziyaretinde bulunmayı düşündü. Otlattığı koyunlardan bir miktar süt sağıp, bir bez torbaya doldurarak, ağzını bağlayıp şehrin yolunu tuttu. Sora, sora bir mahalledeki eskici kulübesinde kardeşini buldu. Torbadaki sütünü duvardaki çiviye asıp oturarak, hal hatır sormaya başladı. Bu sırada bir hanım geldi.
Ayakkabısını çıkarıp, topuğunu gösterdi, kardeşi baktı, tamir edebileceğini söyledi. Hanım, ayakta beklemeye başladı. Kadın az sonra ayakkabısını giyip giderken, ormanda görmediğini gören çobanın, zihnindeki temizlik de, gitmeye yöneldi. İşte o sırada yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı. Başlarını kaldırıp yukarı baktıklarında, bunun süt damlası olduğunu anladılar. Meğer o anda torbadaki sütte damlamaya başlamış, eskici kardeş şöyle bir bakıp ,söylenmeye başladı. İnsanlardan kaçarak, dağ başında veli olmak kolay şey. Bütün mesele işte bu insanların içinde veli olabilmekte. Anladın mı şimdi farkı. Çoban başını sallayarak cevap verdi. Sen haklısın şehirli kardeşim. Demek senin manen yükselmene mani olan, bu gibi manzaralar. Bunun için düşüş var sende. Eskici kardeş cevap verdi:
Nerden biliyon bende düşüş olduğunu?:
Baksana bir anda düştüm senin yanına. Sen ise her gün bunlarla yüz, yüze, göz, gözesin. Düşmemen mümkün mü? Eskici kardeş cevap verdi:
İşte bende onu söylüyorum sana. Asıl mesele, bunların içinde kendini muhafaza etmek. Rabbime şükürler olsun, ben kendimi şimdiye kadar muhafaza ettim, bundan sonra da muhafaza ederim inşallah. Çoban buna itiraz etti. Beni bir an da makamımdan düşüren manzara, seni neden düşürmesin. Sen çoktan düşmüşsün de haberin yok. Eskici buna bir cevap vermek istiyordu. Bunun için şehadet parmağını ağzına götürüp, dilinin ucuyla ıslattıktan sonra, doğruca torbanın süt akan yerine bismillah diyerek bastı. Bir de baktılar ki şıp, şıp diye akan süt, anında kesildi. Birbirlerine baktılar, bir an sessizlik içinde yine çobanın feryadı bu sessizliği bozdu. Kucakladı kardeşini şöyle dedi:
Sen haklıymışsın şehirli kardeşim. Asıl mesele dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, bunların arasında durumunu muhafaza edebilmekmiş.
devam edecek…