Ülkemizde güçlü liderlerden sonra her zaman kukla veya emanetçi başbakan terimi kullanılmıştır. Yani son günlerde sıkça kullanılan bu terim bize yeni gelmiş değildir. Özal ve Demirel gibi siyasi liderlerden sonra da rakip partiler sürekli bu konuyu dillendirmiştir. Günümüzde de Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığıyla gündeme gelmiş ve Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra gelenin emanetçi olacağı diğer partiler tarafından dillendirilmiştir. 7 Haziran seçimlerinde ki oy kaybından sonra, yani 1 Kasım seçimlerinde büyük bir başarı kazanan Sayın Davutoğlu emanetçi olmadığını göstermiştir. %49 oy oranı onu rahatlatmış elini güçlendirmiştir. Hatta bu oy oranı güçlü başbakan imajını perçinlemiştir. Ancak Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle gündeme gelen Güçlü Cumhurbaşkanı sorunun çıkacağının habercisi oldu. Sayın Erdoğan daha önce aktif olacağının ve siyasete müdahale edeceğinin sinyalini vermişti. Bu tavır ve yetki kullanımı ile Cumhurbaşkanlığı makamı yasaları onaylama makamı olmaktan çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Devletin ve Yürütmenin başıdır. Ancak sorumluluğu bulunmamaktadır. Tüm sorumluluk ve yönetme işi Başbakan ve kabineye aittir. Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı isterse Bakanlar kuruluna başkanlık edebilir. Daha önce kabineye başkanlık etme işi fazla kullanılmamıştı. Ama Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk ve İsmet İnönü Başkanlık sistemi şeklinde yönetmiştir. Devletin başı ve yöneticisi olarak vazife yapmışlardır. Bu nedenle o dönem Başbakanlarını bilmeyiz ama Cumhurbaşkanlarını iyi biliriz. Askeri darbeler bu sistemi değiştirmiş ve Cumhurbaşkanını sorumluluk almayan ama güçlü yetkileri olan makam yapmıştır. Sadece Vatana ihanet suçuyla yargılanabilmesi ise onu daha güçlü ve dokunulmaz kılmıştır. (Aslında darbe yapan komutanları ve sistemi korumak için bu yetkiler ve koruma sağlanmıştır.) Cumhurbaşkanlarının siyasete müdahil olduğu dönemlerde ise daima sorun yaşanmıştır. Hükümet ile Cumhurbaşkanları arasında -aynı partiden de olsa- problem çıkmıştır. Günümüzdeki istifa sorunu da bu nedenle yaşanmaktadır. Sayın Davutoğlu emanetçi olmadığını her fırsatta dile getirmiş, güçlü başbakan vurgusu yapmıştır. Kendisi; ‘güçlü Başbakan olmayacaksam yokum’ sinyalini vermiştir. Bu tavrı ile kendisine emanetçi diyen tüm muhalefeti ters köşeye yatırmıştır. O birçok insanın beklemediği tavrı sergilemiştir. Kendisini yakından tanıyanlar veya seçimlerden bugüne partide yaşananları takip edenler bu davranışı bekliyordu. Ama ne zaman olacağını kestiremiyorlardı. En son grup toplantısında da mesajını açık ve net bir şekilde vermiştir. Cumhurbaşkanıyla görüşmesinden sonra da parti genel başkanlığını ve Başbakanlığı bırakacağını herkese duyurmuştur. İşin zor kısmı gelecek başbakana kalıyor. Emanetçi olmayan birine bu kadar yüklenen muhalefet gelecek olanı hakiki emanetçi olarak görecekler ve daha fazla yükleneceklerdir. Bazıları bu sorunların aşılmasında anahtarı Başkanlık sisteminde görüyor. Bu nedenle Başkanlık sistemine geçmemiz gerektiğini her ortamda söylüyor. Bu sorunları da delil olarak gösteriyor. Başkanlık sistemini istemeyenler ise problem olsa da olmasa da karşı çıkıyor. Asıl sorunu başkanlık sisteminin kendisinde görüyor. Bizde böylece kelimeler arasında sıkışıp kalıyoruz. Kurtarıcı olarak inşaları değil sistemleri görüyoruz. Bende insan kalitemizi yükseltmediğimiz ve en değerli hazine İnsan demediğimiz sürece daha çok sorunlar yaşayacağımızı ve tartışacağımızı söylüyorum. Daha önce de söylediğim gibi iş başkanlık veya Parlamenter sistemde değil. İş Ülke insanının kalitesinde ve yetişmesinde yatıyor. Özgür düşünen ve sorgulayabilen vatandaşlar olduktan sonra sistemin hangisi olduğu önemli değildir. Düşünemeyen, hizipleşen ve kendisi gibi olandan başkasına saygı duymayan insanların olduğu ülkede de hangi sistem olursa olsun, o ülke yerinde saymaya mahkûmdur. Saygılar…