Soğuk bir ekim akşamıydı.
Yeni bitirdiğim bir çalışmanın sonucu beni de şaşırtmıştı.
Bu konuyu Yalçın Özalp hocamla konuşmak için yola çıktım. Çünkü Yalçın hocanın görüşü farklıydı.
Her zaman ki mekanı Zemzem unlu mamüllerinde buluştuk.
Otururken dik durmaya çalışsa da gözleri yılların yorgunluğunu ve hastalığını anlatıyordu.
Konuşurken göz kapakları istemsizce kapanıyordu.
Konuyu açmak yerine kendisini dinlemeyi tercih ettim. Bilenler bilir, normalde sohbetinde mutlaka fikirlerini anlamayan, ucuz hesaplarla menfaati için çalışan, kızgın ve kırgın olduğu kişilere, yaşadığı olaylara saydırırdı.
O akşam onların adını dahi anmadı.
Hocam sizi hastaneye götüreyim. Durumunuz iyi değil dedim. Öğrencisi, yoldaşı Zemzem Ali her zaman ki gibi yanındaydı. Birlikte hastaneye götürmek için ikna ettik.
O hafta Kahramanmaraş'ta kitap fuarı başlamıştı.
Yüzlerce yazar davet edilmiş. Yol boyunca bilboardlarda fuarın duyuruları dev fotoğraflı başkan afişleriyle bezenmişti.
Yolda tüm hastalığına rağmen yaşadığı her şeyden daha zor gelen olayı anlatmaya başladı.
Ömrünü vakfettiği, onlarca kitabı, yüzlerce makalesiyle kahramanlık tarihini nakşettiği şehrin kitap fuarına her sene olduğu gibi yine çağrılmamıştı!
Bu durum o hasta halinde ayakta dik tutmaya çalıştığı bedeninden daha ağır gelmişti ruhuna... hasta halinde titreyen sesiyle yine saydırmaya başladı...
O yıldan beri kitap fuarı duyurularını görünce bu olay aklıma gelir. Ve vefasızlığın hüznü çöker kalbime.
Mekanı cennet olsun. Sağ iken görmezden gelenler vefat ettiğinde de adını unutturmaya çalışır gibiler.
Yalçın Özalp adının şehirde mutlaka önemli, manalı bir yere verilmesi ve kitap fuarında adı ve eserlerinin yaşatılması gerek.
Bu konuda değerli basınımızdan ve hemşehrilerimden kamuoyu oluşturmak için desteklerini bekliyorum.