12 Şubat 1920’de,
Yaşadığımız şehir Kahramanmaraş’ta emsali görülmemiş bir zafer kazanıldı.
Bu zafer inancın, imanın ve fedakârlığın eseriydi.
İstiklal kavramı bu zaferle Kahramanmaraş’ta vücut buldu.
İstiklal bence hürriyet, kurtuluş, özgürlük kavramlarının ötesinde bir kavram.
Kendi kararını kendi verebilme, başka hükümranlık tanımama anlamına gelen istiklal fikri Kahramanmaraş’ta yaşanan milli mücadelenin temeliydi.
Bu mücadele 100 yıl önce yaşayan ecdadımızın “var olup, yok olma harbiydi.” Diye tanımladığı bir harpti.
Bu bir cephe harbi değildi, düzenli birliklerle yapılmamıştı, kadını, çocuğu, erkeği, yaşlısı, genci fark etmeksizin bir şehir topyekûn mücadele etmişti.
100. yılını kutlamaya hazırlandığımız bu zaferin tarihte hala hak ettiği yerde olmadığını düşünüyorum.
12 Şubat 1920’de kazanılan Maraş Harbi, Kurtuluş Savaşının ilk zaferidir!
Sadece bu gerçek bile onun tarihteki önemini anlatmaya yeter.
Belki bir cephe savaşı olmaması ve düzenli birliklerle yapılmamış olması Maraş Harbinin anlatmasını ve anlaşılmasını zorlaştırıyor.
Maraş harbini kazanan inancın, imanın ve kararlığın yanında bu savaşta uygulanan taktik ve stratejinin de zafere giden yolu anlamak için bilinmesi gerek.
İşte bu yazı dizisinde:
yaşadığımız bu şehirde hepimizin gezdiği sokakların, her gün gördüğümüz evlerin, al bayrağımızın dalgalandığı kalenin cephe olduğu;
1920 yılında yaşayan dedelerimizin, nenelerimizin bizzat yaşadığı, çoğumuzun savaşın bir bölümünün hikâyesini yaşayanlardan duyduğu, Kahramanmaraş’ın İstiklal Mücadelesini sizlere anlatmaya çalışacağım.
Onların nasıl bir haleti ruhiye ile böyle bir mücadeleye girdiğini yüreğimde hissettiğimde aziz ecdadımın asil ruhunu yaşatmak için yazmam gerektiğine inandım.
Bu dünyada her insanın bir ömrü vardır. Herkes bir ömür yaşar.
Bugün adı sanı unutulmuş pek çok insan hiç tanımadıkları bizlerin özgür bir ülkede, kendi bayrağımızın altında, onurumuzla yaşamamız için hiçbir ücret beklemeden ömürlerini feda ederek bu eşsiz zafere ulaşmışlardır.
Koskoca bir imparatorluğun ferdiyken evlatlarını-kardeşlerini öldüren silahlarla, yaşadıkları şehri işgale gelen Fransızlara “Maraş bize mezar olmadan, düşmana gülizar olmaz.” Diyerek tarihe geçecek bir cevap vermişlerdir.
Şubat ayında kazanılan bu zafer kış ayazında yapılan bir savaşla kazanılmıştır.
Bu savaşı araştırırken çatışmaların olduğu evleri gezdim. Duvar duvara yaslanmış evler arasında devam eden çatışmaların izlerini takip ettim. Duvarlarda ki mermi izlerine dokunduğumda keskin barut kokusunu duyan bebeklerin, çocukların olduğu bir cephenin içinde kendimi hissettim. Neden “var olup yok olma harbi” dediklerini anladım. Çatıştıkları bölgeleri şubat ayında gezerken Maraş’ın ayazını yüzümde hissettiğimde sadece düşmanla savaşmadıklarını anladım.
İnsan cephe savaşında savaştığı düşmanı tanımaz. Maraş’ta kendilerine ateş açan düşmanı ve düşmanda onları isim isim tanıyordu. Bu savaşta daha düne kadar komşu oldukları, kapılarını açtıkları, aynı imparatorluğun ferdi oldukları işbirlikçi Ermenilerin ihanetiyle de savaştıklarında ne hissettiklerini anlamaya çalıştım. İşte tam yüz yıl önce yaşanan bu olayları ve o mücadeleyi yapan ruh halinin olduğu gibi anlatılması gerektiğine inanarak 12 Şubat’ın 100. yılında bu yazı dizisine başladım.