Çanakkale nin ruhuna şöyle bir uzanalım. Yıl 1915 Gelibolu sırtlarında baharın nazlandığı bir Mart ayı… Hava kurşun gibi ağır, Gelibolu sırtlarındaki ağaçlarda bu kez çiçekler açmıyordu,.  Mehmet çiğimin süngüsünde, siper almış dalları boğaza uzanıyordu.

18 Mart pazartesi sabahın 05.45i savaş başlamıştı, Fransız ve İngiliz donanması boğazda. İtilaf devletlerinin 5 zırhlı,7mayın arama gemisi batmış,7 gemisi kullanılamaz hale gelmişti. Düşman bu yenilgiden sonra Çanakkale’ye karadan saldırmaya başlar. Birbirine kenetlenmiş Subay ve Mehmetçiklerimizin sayesinde düşman püskürtülmüştür.

Çanakkale zaferi; Bu ulusun ve askerinin direnme gücünün vatanseverlik şuurunun bir kahramanlık ifadesidir. Çanakkale Savaşlarını aşağı yukarı herkes  iyi bilir ve kalbinde hisseder.

Size değişik bir yaşanmış hikayeyi  anlatmak istiyorum.

“KINALI ALİ’NİN HİKÂYESİ VE ACIKLI BİRMEKTUP”

(Duyduğum bir yaşanmış hikâye yi nakledelim)

Komutan cepheye yeni katılan Mehmetçikleri denetliyordu, aynı zaman da” nerden geldin” gibi sorularla, onlarla sohbet ediyordu. Askerlerin arasında dolaşırken, bir askerin, saçının orta yeri sararmış bir delikanlıya takıldı. Yanına çağırdı ve merakla sordu: ” ismin ne senin evladım?” dedi.
” Ali, komutanım” dedi.” Nerelisin?” Tokatlıyım, komutanım,  Zile kazasındanım…”
” Peki evladım, saçlarının ortasındaki ne? Saçlarının ortası neden boyalı böyle?

” Cepheye gelmeden önce anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden yaktığını da bilmiyorum.”
” Peki dedi komutan. “Gidebilirsin Kınalı Ali.”
O günden sonra Ali’nin adı “Kınalı Ali” oldu.
Cephede tüm arkadaşları Kınalı Ali demekle yetinmiyor, saçındaki kınayı da alay konusu yapıyorlardı. Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı candan ve dürüst tutumu sayesinde,  hepsinin sevgisini kazanmıştır. Şaçındaki kınayı merakından, anacığına bir mektup yazdırır, çünkü kendisinin okuma yazması yoktur.
” Sevgili anacığım, babacığım hasretle ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin. Kız kardeşini,  küçük erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını sorduktan sonra, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini söyledikten sonra, biz burada var oldukça bilesiniz ki düşman bir adım bile ilerleyemeyecektir” cümlesi ile bitiriyordu. Mektubun zarfı kapatılırken Ali ” bir iki kelam daha yazdıracağını söyleyerek, şunları ekledi;
” Anacığım, beni buraya yollarken kafama kına yaktın ama, burada benle hep dalga geçiyorlar. Cepheye gitmek sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet’e gelecek, Onu yollarken sakın kına yakma saçına. Burda onunla da dalga geçmesinler. Tekrar ellerinden öperim anacığım.”
Gelibolu’da savaş giderek dehşet bir hal alıyordu. İngilizler kesin sonuç almak için tüm imkanlarıyla saldırıyorlardı. Cephede savaşan askerlerimiz önceleri birer, birer, sonraları çoğalarak, şehit oluyorlardı
 Gelen destek güçleri de yeterli olmuyor, onlarında sayıları giderek azalıyordu.
Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali’nin komutanı bu durum karşısında çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak savaşa hazır değildi. İnsan gövdesinin süngü ve mermilerle tırpan gibi biçildiği bu cepheye göndermek zorunda kalmaması için Allah’a dua ediyordu.
Komutanlarını düşünceli ve sıkıntılı gören Kınalı Ali ve arkadaşları, komutanlarına gidip, ondan kendilerini cepheye göndermesini istediler. Askerlerinin ısrarları üzerine komutanları daha fazla dayanamadı ve ölüme gönderdiğini bile, bile bu taleplerini kabul etmek zorunda kaldı.
Kınalı Ali ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye hayır, bile, bile ölüme gidiyorlardı.
O gün sevinerek Gelibolu cephesinde ölümle buluşacakları yere koşan Kınalı Ali’nin bölüğünden tek kişi geri dönmedi.     

     Ey bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

     Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer

     Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhit’i…

     Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi   

Gidenlerin tümü şehit olmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Ali’ye anne, babasından mektup geldi. Kınal Ali ye gelen mektubu komutanı aldı ve satırları hüzünlü bir yüz ifadesi ile okumaya başladı. Kınalı Alinin cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna babası cevap vermişti.

” Oğlum Ali, nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim. Öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum da. Sen sakın bizi düşünme.”
Babası mektupta köydeki herkesten akrabalarından haberler verdikten sonra “şimdi * sana diyeceği var” diyerek sözü ona bırakıyordu.
Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Ali’nin anasının ağzından yazılmıştı şöyle diyordu anası:
” Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de yakma demişsin.
Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler.

Bizde üç işe kına yakarlar;

1 – Gelinlik kıza, gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye
2 – Kurbanlık koça, allah’a kurban olsun dıye
3 – Askere giden yığıtlerimize, vatana kurban olsun diye…

Gözlerinden öper, selam ederim. Allah’a emanet olun.”
Bu mektup okunurken komutanın acılı yüz ifadesi ve dinleyenler gözyaşı döküyorlardı.

(Bu mektubun orjinali Çanakkale Müzesindedir.)