Halk ağzında “gönül koymak” deyimi ile ifade edilen kırgınlık, dargınlık gibi yakınlar arası ilişki soğukluğu, iletişimin kesilmesiyle küskünlüğe dönüşür, kimi zaman. Küslük medeni insana yakışır mı? Yakışmaz elbette. Gelin görün ki bu yakışıksızlığı kendine yakıştıran insanımız da az değildir. Genelde insan egosunun öne çıkması, erdemsel değerlerin geri plâna itilmesiyle azan ben’in, haksız, hukuksuz beklentileri bu olumsuzlukların en önemli nedeni bence. Bu ayrıcalıklı, cin akıllı beklentiler ön yargıları besler, sivriltir. Empati kurma hoşgörüsünü öldürür. Sağlıklı düşünmenin de önünü tıkar, elbette… İletişimi keserek hiçbir sorun çözülmez. Aslında çözümsüzlük beslenerek yan sorunlar da üretir. Ne demiş Atalar? “ Hayvanlar koklaşa-koklaşa; insanlar konuşa-konuşa…” Unutmayalım ki medeni insanlar sorunlarını konuşarak çözerler. Burada rehber akıl-mantık, adaletli bir yaklaşım, incelikli bir dil ve de empati kurabilme erdemidir. Bu yaklaşımlar tarafları orta yola yönlendirir, değil mi? Yoksa “keskin sirke küpünü çürütür.” “ Öfkeyle kalkan zararla oturur.” Atasözlerinin içeriğine uyan bir sonun kimseye yararı olmaz, Bir kaşık suda fırtına koparanlar, sonunda bindikleri gemiyi de batırırlar, demeye çalışıyorum. Bugün bu konu takıldı, ilgi alanıma. Beynimde birçok sorular oluştu. Yanıtlar kafamı karıştırdı, doğrusu. Düşmanlığa, kine, öç alamaya, aile meclisi kararlarına ve töre infazlarına kadar varan bu olumsuzluk, bizim toplumumuzda kanayan bir yaradır. Her gün bu yönlü yerel ve ulusal medya haberleri içimizi burkuyor, doğrusu. Gün yok ki, yakın akrabalar arası miras kavgaları ya da aile içi şiddet nedenleriyle cinayet işlenmemiş olsun. Bu fotoğraf yakışmıyor, benim güzel insanlarıma… Sahi neden küser şu insancıklar birbirine? Neden, maşa varken el, pire için yorgan yakarlar? Neden Payas’a pirince giderim derken evdeki bulgurdan da olurlar? Neden, neden? Bu kadar çok nedenli, çok yanıtlı sorular karşısında şaşırıp kalıyor, insan. Ah şu cehalet ve iletişim bozukluğu yok mu? Durmadan sivriltilen ön yargıların anası… Uzlaşı kültürümüzü yor ediyor. Egomuz, dilimizi çiçek yerine bıçak yapıyor. Elimizle gözümüzü çıkarma izansızlığı sağduyumuzu ve hoşgörümüzü kör ediyor, öyle değil mi? Özellikle yakın akrabalar arası tatsızlıkların çoğunun temelinde, miras ya da halk ağzında “Ele karışmak” deyişinde anlamını bulan yeni akrabalık uyumsuzlukları var, gözlediğim kadarıyla. Uzlaşma kültürümüzün yetersizliği, küslük denilen iletişim kopukluğunun sonucu oluşan, çıkmaz sokaktan çıkış kolay değil, elbette. (II. Bölüm)Yüce dinimiz ve etik değerlerimiz haktan, adaletten yana çok duyarlı öğretiler verse de cehaletin azdırdığı egoyu yenmek pek kolay olmuyor, sanırım. İnsanlık tarihinin ilk cinayetini, hakkına razı olmayan Adem Baba’nın oğlu Kabil, kardeşi Habil’i öldürerek işler. İşte bundan sonra kimi insancıklar, bir kaşık suda fırtına kopararak, karşılanmayan haksız çıkar beklentileri ya da yenemedikleri öfkeleri nedeniyle cinayet işleyip dururlar. İnsan ve insanlık kavramlarıyla bağdaşmayan bu gerçek, bel ki de insanoğlunun en dramatik ve trajik durumu… Her ne sebepten olursa olsun söz konusu konumlar, medeni insan ilişkilerine yakışmayan tavırlardır. Bu tavırlarda hiç de masum olmayan tek yanlı beklentilerin gerçekleşmemesinin rolü vardır, bence. Şahsi gözlemlerime göre bu olumsuzluklar, kan bağı olan hısım-akraba arasında çok daha yaygındır. Aile büyüklerinden kalan bırakıt(miras) paylaşımında kimi mirasçıların bencil beklentileri, aile mensuplarını gerer. Hele bu mensuplar arasında cin akıllı, ince hesaplılar kendi çıkarlarını öne alıyorsa, sorun daha da karmaşık hale gelir. Haksız, adaletsiz beklentiler öne çıkınca, tatsızlıklar da derinleşir. Diyalog yolu kapanır, küslükler başlar. Arkadan dargınlık ve önyargılar sivrilir; sonunda düşmanlıklara varan, insana ve akrabalığa yakışmayan anlaşmazlıklar, cinayet ve töre infazlarına kadar uzar. Son, mezar ve hapishanede düğümlenir. Ocaklar söner, yetimler çoğalır, acılar derinleşir. Öfkenin enkazını kaldırmak öyle pek kolay olmaz. Pişmanlıklar, keşkeler de yaramaz bir işe. Bakınız Eren Koca Yunus ne diyor:  “Mal sahibi mülk sahibi/ Hani bunun ilk sahibi/ Mal da yalan mülk de yalan/ Var biraz da sen oyalan.” Eren Yunus’un dizelerinde ki dünya malı uyarısını anlamak ve gereğini yapmak bu kadar zor mu? Oysa biraz sevgi, biraz özveri erdemi, biraz adalet kavramı, biraz da Allah rızası sorumluluğumuz, bu sorunları baştan çözer, değil mi? Biliyoruz ve görüyoruz ki kefenin cebi yoktur. Bir özdeyişimizde: “Menfaat, sandalyeye benzer, ayağının altına alırsan seni yüceltir; başının üstüne alırsan seni küçültür.” Kaldı ki başkalarının hakkını gasp ederek edinilen mal, insanı küçülmenin ötesinde alçaltır da. İnsana yakışmayan ne kötü son… Öyleyse, ey küçük ve bencil insancıklar! Yüce Yardan’ın size tanıdığı onca ayrıcalığı-nimeti hakkaniyetle paylaşarak, mutlu olmak, mutlu etmek, insancıl değerleri yüceltmek, Allah’ın rızasını kazanmak varken; bencilliğin, hırsın mal köleliği için bunca bedel ödemeye değer mi? Demek geçiyor, içimden. Kabul görür mü bilemem…