“Demek ve Koymak” mastar köklerinin birleşmesinden oluşmuş bir sözcüktür. Kullanım alanı oldukça yaygındır. Başkalarını çekiştirmekten zevk alma hastalığı da diyebiliriz. Dedikodu bir gereksinim mi? Yararı ve zararı nedir? Sorusuna yanıt üretmek bile sıkıntıya sokar beni. Çoğumuz bir şekilde dedikodu yaparız. Nedense gerçeği ya da düşüncelerimizi açıkça birebir yüze söylemekten çekiniriz. Aslında eleştirilmekten de hoşlanmayız. Bundan olmalı ki hep kolayı seçer, kaçak güreşiriz. Genelde yüz-yüze söylenemeyen sözlerle kınamalarla başlar, türlü konum ve yerlerde devam eder. Dürüstlüğü gölgeler, ikiyüzlülüğü besler. Kadınlar arasında daha yaygın olduğu gözlenir. Arkadan : “ Aman kulağına gitmesin ha!” Sağlama, güvene almak için : “ Bilirim senden sır çıkmaz.” Balkondan balkona : “ Hu komşu duydun mu? Allah başa vermesin !” Kendini arındırmak adına : “ Dayanamam doğrusu, bu kadarı da fazla anam! Meşrepleri geniş, meşrepleri…”  Kapı aralığından : “ Senden başka kimse yok değil mi? Herkesin yanında da konuşulmuyor ki.  Ağızlarında sakız ıslanmaz kardeş, sakız. Anlarsın ya insanlar bir hoş olmuş kele. Allah günah saymasın ya bunlar da çekilmez doğrusuyla” başlayan çal çeneler, başkalarını arkadan çekiştirmekten ne zevk alırlar bilemem. Ama dedikodunun hastalığa varan bir alışkanlık olduğunu düşünüyorum. Zevkleri, ilgileri daha yetkin, daha yararlı alanlara dönük olmayan, çoğunlukla dar ufuklu, kaba benlikli, avare insanlar için sanki bir gıdadır dedikodu. Bunlar dedikodusuz yaşayamazlar. Sanki ekmek, su, havadır, onlar için dedikodu… Çalışan işi gücü olan etik değerleri gelişmiş insanlar, dedikoduya pek vakit bulamazlar. Aslında ilgi de duymazlar. Hatta dedikodu getiren ikiyüzlü yalakalara itibar etmezler. “ Padişahın da arkasından söverler” esprisiyle önemsemezler, kulak ardı ederler. Böylece yalakalığa pirim vermemiş olurlar. Dedikodu olgusunun daha çok eğitimsiz, işsiz ve üretimsiz kadın kesimleri arasında yaygın olduğu gözlenir. Dedikoduya en çok kulak kabartanlar da bunlardır. Gelenekselliğin ve kültürsüzlüğün dar değer ölçüleri nedeniyle bu konuda oldukça duyarlı ve de gözü kara tepkiler oluştururlar. Dedikodunun olumsuz sonuçları en çok bu kesimlerde yıkıntılara, giderilmesi güç sonuçlara neden olur. Çünkü bunlar ortak akıl kullanamazlar. İrdeleyip araştırmazlar. Hemen parlarlar, kırar, dökerler. Sonra pişman olurlar. Ancak olan olmuş, dönüş yolu çoktan kapanmıştır. Dedikodu zevki, alışkanlığı farkında olmadan en zararlı iftiraların da kaynağı olur, çoğu zaman. Dedikodunun anası yalan olunca çok doğurganlaşır. Kimi zaman sonuç kontrolden çıkar. Bu nedenle dedikoducular, vicdanları üzerinde kaldıramayacakları yükün altına girerler; ömür boyu acı çekerler. Özellikle ülkemizde cehalet, işsizlik, yoksulluğun sonucu, çok yaygın olan bu hastalık toplumun sosyal barışının da düşmanı diye düşünüyorum. Victor Hugo der ki : “ İş insandan üç olumsuzu uzaklaştırır; bunlar: Can sıkıntısı, yoksulluk ve kötülük” Toplumumuzda işsizliğin-avareliğin ve de fukaralığın, dedikodu hastalığının bulaşmasında, ilgi görüp yaygınlaşmasında, önemli bir payı olduğu unutulmamalı. Sanırım çoğu kötülüklerin anası, dedikodudur; dersek yanlış bir şey söylemiş olmayız.