Bazıları Tiryakidir, Bazıları ise 1 bardakla idare eder.

Günün onsuz geçirmek imkansız gibi birşeydir. 

Güne önce besmele, sonra çayla başlanır bu şehirde.

Demli çay renginde inerken akşamlar, gün çay ile biter ve yine onunla başlar gece.

Onun yerini hiçbir şey tutamaz.

Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı varmış.

Bir bardak çayın da ondan hatırı eksik değildir herhalde.

Bence çay ömürlüktür.

Çünkü onun felsefesinde muhabbet vardır.

Bu nefis içeceğin tarihini kısa da olsa gözden geçirecek olursak milattan önce 2700´ lü yıllardan beri Çin ‘de bilinmektedir.

İlk önceleri ilaç olarak kullanılırken daha sonra içecek olarak Çin´den bütün dünyaya yayılmıştır. Bugün efsane haline gelen anlatımla, Çin imparatoru Shen Nong, bir ilkbahar günü bahçesinde bir ağacın altında oturup, içme suyunu kaynattırırken ağaçtan bir yaprak suyun içine düşer ve böylece çayı keşfeder.

Çinliler´in bir de meşhur atasözleri vardır: ‘´Bir gün çaysız kalacağına üç gün aç kal. ‘´ derler.

Doğru söze ne denir?

Evet, gelelim bize... Günlük yaşamımızın ve kültürümüzün ayrılmaz bir parçası olan çay, belgelere göre 250 yıldan beri Türkiye´de bilinmektedir.

Yaygın olarak kulanılması 19. yüzyılda başlamıştır.

Kullanım açısından dünyada Kuzey İrlanda ve ingiltre´den sonra üçüncü sırada yer almaktayız.

Bizde de zengin bir çay kültürü var.

En meşhur ve milli içeceğimiz desek yeridir.

Tabi Ayranı da unutmamak kaydı ile… 

Bugün ülkemizde nereye giderseniz gidin hemen sorulur ve çayınız önünüze getirilir.

Önce çay, sonra iş, sonra sohbet…

Günün hangi saatinde olursa olsun, yeryüzüne buram buram yayılan o kokusuyla daima sizi cezbeder.

Çayla arası iyi olan herkesin yolu edebiyatla kesişir.

Şairlerin ve yalnızların resmi içeceğidir.

Her ne kadar Adaşım Atiila İlhan, ayrılık da sevdaya dahil dese de bence çay da sevdaya dahildir.

Demine sevda karışan çaylar vardır çünkü.

Çayın da bayramı olur.

Olmaz demeyin.

Sevdiğinizle içmişseniz eğer öyle bir olur ki….

Bir bardak demli çayda ne mutluluklar gizlidir bazen…

Sevgili Âşık Veysel: ‘´Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında/ Çay var içersen/ Ben var seversen/ Yol var gidersen.´´ derken,

“Çaycı getir ilâç kokulu çaydan/ Dakika düşelim senelik paydan/ Zindanda dakika farksızdır aydan” diyordu Necip Fazıl, Zindandan Mehmed´e Mektup adlı şiirinde.

Hiç kimse olmasa bile çayın kendisi başlı başına bir muhabbettir.

Ve oturdu mu bir masaya çay içmenin hakkını veren Cahit Zarifoğlu da : "Ne zaman düşecekse karanlık üzerimize, düşsün bir bulutun gölgesi gibi, serinlikle birlikte bir çadır kuralım, ateşe hakiki bir çay koyalım, kenti unutanlardan olalım."

Can Yücel, Yalnızlığa Dair adlı şiirinde sözü çaya getirir: ‘´ Ama; / Çaya kaç şeker alırsın? / Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra.´´

Çayın bilindiği gibi zararlı olmadığını Sabahattin Ali şöyle dile getirir:

"Sonra tutmuş ‘çay içme´ diyor, Allah Allah…

Çaydan da zarar geldiği görülmüş mü?”

Ya çaya yazılan Farsça methiye yok mu ?

“Çay-ı ma hoş güvar ü şirin est/ Çün leb-i lâl-i yar rengin est” (Çayımız güzel kokulu ve lezzetlidir. Çünkü sevgilinin lâl dudağının rengindedir.)

Dedik ya vazgeçilmezdir diye.

Çay kibar içecektir.

Bu yüzden her tutan ele yakışır.

Kışın içimizi ısıtır, yazın hararetimizi alır.

Yağmur yağarken, tefekkürle birlikte güzel üçlüdür.

Sohbet meclislerinin en gözde içeceğidir.

Zira çayın muhabbetlisi makbüldür.

Biz çayı sevdiklerimizle demleyince bütün çayları içesimiz gelir o vakit.

Ne kadar şeker atarsanız atın, sevdiklerinizle, dostlarınızla içilen bir bardak çay kadar tatlı değildir. Fokurdayan bir semaverin buharı, çayın buğusu etrafında sohbet etmek, ne büyük, ne tatlı bir huzurdur.

Böyle bir mutluluğun reçetesini hangi doktor yazabilir?

Şairin de dediği gibi,

“Çay içiyorsanız bitmemiş bir şeyler vardır.”

Çayı seven muhabbet ehlindendir.

Çayımızı aşk ile içelim ki yüreğimize muhabbet değsin.

Bizi çayla birleştirene de sonsuz hamd ü senalar olsun.

Kalın Sağlıcakla…