Kimi zaman dinleyici olarak konferanslara, panellerekatılırım. Salonda yeterli çoğunluk olmaz. Konuya ilgi duyan sayılı kişilerdenoluşan küçük bir azınlık, protokol sırasını bile dolduramazlar. Boş koltuklarlasalon loş ve ıssız bir görüntü oluşturur. Kuşkusuz bu görüntü daha baştandinleyicileri de konuşmacıları da isteksizliğe iter, şevkini kırar ve soğutur.Ancak etkinlik şeklen de olsa gerçekleştirilir. N e var ki bu emek ve düzenlemeyoğunluklu etkinliğin amacına ulaştığı söylenemez. Buna rağmen çoğu zaman kısakesilmesi gereken konular bile en ince ayrıntılara kadar uzatılır.Dinleyicilerin ilgisi, sabrı ve hoşgörüsü hesaba katılmaz. Özellikle panellerdeyazılı sunumlar çekilmez hale gelir. Bir insanın ilgi ve dikkatinin sınırlı birzamana bağlı olduğunun bilinmesine karşın gerekli duyarlılık gösterilmez. Buyüzden gelenin yarısı gelişigüzel salonu terk eder. Salon neredeyse boşalır.Oysa konuşmacı hızını bir türlü alamaz. “Gözlerimi kapar, vazifemi yaparım”deyişine uygun bir tutum sonunda boşa harcanan bir emek ve zaman… “Dostlaralışverişte görsün” deyişine varan bir son… Kendimizi aldatmak ya da tatminetmekten öte gitmeyen içi boş bir etkinlik… Çoğu zaman bu yüzden yorgundüşerim. Hele de dinleyicinin hepten azaldığını ya da dinleyici ile kendi arasındakibağın hepten koptuğunu görmezlikten gelen duyarsız konuşmacılar beni çok sıkar.Dinleyicilik çekilmez hale gelir. Uyuklamalar, esnemeler, kalkıp gitmeler…Alıcısı olmayan malın satıcısı olur mu hiç? Sonunda bin pişman olursunuz, butür bir etkinliğe katıldığınıza. Aslında bu tür etkinlikler gelişen toplumlardabir bilgilenme yöntemidir. Bu nedenle toplumsal ve kültürel bir ihtiyaçtır. Nevar ki bizde bu uygulamalar oldukça yenidir. Toplum olarak bilgilenme kabımızsınırlı bir hacme sahiptir. Dinlemede, ilgi ve dikkatimiz de sınırlıdır.Konuşmacı dinleyicinin ilgi ve dikkatini hesaba katmalı diye düşünüyorum. Bir okadar da onun kabının alacağından fazlasını vermek bilgiyi ve emeği israf etmekanlamına gelmez mi? Kimi çalçene sohbetler de böyle… Lafazan kişi ağzını açar,yumar gözlerini, başlar anlatmaya. Çevresini ilgilendirsin-ilgilendirmesin, okonuşmasını uzatır da-uzatır. Burada izan (anlayış) dediğimiz bir önsezininkullanılması gerekmez mi? Gerekir-gerekmesine de o inceliği bulamasınız onda… Oysainsan yaşamında zaman, geriye dönüşü olmayan önemli bir değerdir. Onu hebaetmek-ettirmek doğru mu? Usanç veren lafazanların çevresi kısa zamanda boşalır.Bu tür konuşmacılar sonunda dinleyici de bulamazlar, elbette… Çözüm: Öncelikleakademik konularda davetlileri seçici bir yaklaşımla tespit etmemiz gerekir.Bunun dışındaki sosyal, kültürel ya da güncel konularda katılımcıların ilgi vedikkatini canlı tutmaya, bilgi dağarcıklarını ve sabırlarını zorlamadanbilgilendirmeye özen gösterilmeli dileği var içimde. Ayrıca karşılıklısohbetler, katılımcısı çoğaldıkça ilginçleşir. Bu nedenle herkesin söz hakkınıkullanmasına fırsat verilmeli, şahsilikten kaçınılmalıdır, bence. Kaldı ki iyibir konuşmacı, dileyicisiyle kendi arasında canlı bir bağlantı kurabilendir,kuşkusuz… Konuyu biraz daha somutlaştırmak adına şunun şurasına bir de anekdotekleyelim: Bir profesör konferans vermek için salona girdiğinde bakar kisalonda ön sırada bir kişi dışında kimsecikler yok. Morali bozulur. Dinleyiciyedöner, önce mesleğinin ne olduğunu sorar? “Seyisim!” Yanıtını alır. İkincisorusu, “ Söyle bakalım şimdi benim yerimde olsan ne yaparsın? Mesleğinden birörnekle cevaplar mısın!” Der. - Seyis: Ben olsaydım sizin yerinizde, ahırdanbütün atlar kaçtı diye, o kalan bir atı aç bırakmazdım. Bu cevap üzerineyeterli mesajı alan profesör, salon doluymuş gibi konferansına başlar. En inceayrıntılara kadar iner, bildiği her şeyi aktarır. Sonra seyise, “beğendin mi?”Diye fikrini sorar. - Seyis: Hocam be sizin yerinizde olsaydım; ahırdan kaçanbütün atların yemini, kalan o bir ata çatlatıncaya değin yedirmezdim…