Emanet, insanın emin ve itimat edilir olması, kendine maddî ve manevî bir şeyin gönül rahatlığı ile korkusuzca teslim edilebilir ve istenildiğinde sağlam bir vaziyette alınabilir halde bulunması demektir. Ayrıca insanın bu eminliği sebebiyle, gerek Allah gerek insanlar tarafından herhangi bir surette kendisine bırakılmış olan şeye de emanet denilir. İnsan, Allah Teâlâ’nın emanetini taşıyan bir emin, bir vekil olma niteliğine sahip yegâne yaratıktır. Bu sebeble, bütün yaratıklar üzerinde hüküm ve tasarruf yetkisi, sadece insana verilmiştir. İnsan, bu yetkiyi ne kadar mükemmel kullanıp yerine getirir ve emaneti yerli yerine koyabilirse, kıymeti o derecede artar ve yükselir. İnsanın, Rabbine, kendine ve halka karşı mükellef olduğu üç çeşit emaneti olduğu görünür. Rabbine karşı emanete riâyet eden bir kimse, Allah’ın hükümlerine, ilâhî kanunlara uyar. Bu, bütün uzuvları ilgilendiren vazifelerimizle doğrudan alâkalıdır. Çünkü insanın her uzvu kendisine verilen bir emanettir. Her emaneti, yerli yerinde ve Allah’ın rızasına uygun tarzda kullanmak, korumak gerekir. Aksi takdirde emanete hıyânet edilmiş olur. İnsanın kendine karşı eminliği, din ve dünya işlerinde en doğru ve kendine en faydalı olanı tercih edip seçmesi, zararlı olan her şeyden uzak durmasıdır. Halka karşı emanet sahibi olmak, insanların hak ve hukukunu gözetmek, onlara zarar ve ziyan vermemek, insanları aldatmamaktır. Yöneticilerin halka adaletli davranması, âlimlerin insanları hak olan yola, doğru itikada ve sahih amele sevk etmesi, halkın da yöneticilere ve âlimlere hıyanetten sakınması bu emanetin gereklerindendir. Eşlerin birbirine karşı hak ve vazifeleri, ırz ve namuslarını korumaları, çocuklarını terbiye etmeleri de emanetin içinde sayılır. Ayet-i kerimelerde;
“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi emreder.”[1] Diğer bir ayette ise ;
“Biz emaneti göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve çok câhil olan insan onu yüklenmiştir.”[2] Allah Teâlâ’nın göklere, yere ve dağlara sunduğu emanet, gerek kendi hukukuna, gerek insanların hukukuna yönelik emir ve yasaklardan, zorlama ve cebirle değil, rıza ve seçme hürriyetiyle yaptırmak istediği fiiller, vazife ve mükellefiyetlerdir. Bu emanet, gök, yer ve dağların dayanamayacakları kadar zor, mes’uliyeti çok büyük bir yüktür. Bu ayette, Allah Teâlâ bu yükün ağırlığını bizlere temsil yoluyla anlatmış, gök, yer ve dağların yüklenmekten korkup çekindiği ve titrediği bir yükü insanoğlunun yüklendiğini, bu sebeple de mes’uliyetimizi hissetmemiz gerektiğini hatırlatmıştır. Hadis-i şeriflerde ise ; 1
. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”[3] Münafık; içinden kâfir olup, dışından Müslüman görünen kimsedir. Emanete hıyanet; Emanet edilen şeyde, dine, şeriata aykırı şekilde hareket etmektir. Bu hadiste sayılan üç alâmetten birincisi, yani yalan söylemek, sözün bozuk olmasına; ikincisi yani vaadinden dönmek, niyetin bozukluğuna; üçüncüsü olan hıyanet de fiilin, davranışın bozukluğuna delâlet eder. [1] Nisâ sûresi , 58.ayet [2] Ahzâb suresi , 72.ayet [3] Buhârî, Müslim, Tirmizî