Bu yazı dizisinde Abdülhamit devrinin siyasi ve sosyal hayattaki önemli gelişmelerinden bahsedeceğim. Abdülhamit Avrupalıların taktığı “kızıl sultan” mıydı, yoksa Nihal Atsız’ın dediği gibi “gök sultan” mıydı? Abdülhamit belki sıkı bir yönetim sergiledi; anayasa, parlamento, seçimler gibi siyasi enstrümanları rafa kaldırıp izin vermedi. Ama otuz üç yıllık dönemi en az hasarla atlatmamızı sağladığı bir gerçek. Ayrıca “2. Abdülhamit 33 yıllık saltanatı süresince düşmanlara bir karış toprak dahi vermedi” gibi söylemler de gerçeği yansıtmamaktadır. Tüm bunlara rağmen bugünkü Türkiye’yi kurtaracak temellerin de Abdülhamit döneminde atıldığı unutulmamalı. İkinci Abdülhamit iktidarı süresince, İttihat Terakkiciler gibi aceleci bir siyaset takip etseydi herhalde devlet 1880’li yıllarda çok daha hızlı ve keskin bir parçalanma tehlikesi yaşayabilir, Türkiye Cumhuriyeti gibi bir siyasi oluşumu yakalama şansımız olmaya bilirdi.
Abdülmecit’ in oğlu olup,1842’ de doğan Abdülhamit padişah olduğu zaman 34–35 yaşlarında idi. Kuvvetli bir tahsili olmamakla beraber, zeki idi. Bilhassa düşünce ve hissiyatını gizlemekte pek mahir idi. Kendisi kapalı bir kutuya benzer, fakat karşısındakini en zayıf yerinden yakalayarak kızdırırdı. Padişah olduğu zaman imparatorluk mali, idari sosyal askeri ve siyasi bakımdan büyük bir buhran içinde idi. Bir taraftan Bosna- Hersek ve Bulgaristan’da çıkan isyanlar, bir taraftan bunları “himaye etmek” (!) için Karadağ ve Sırbistan’ın harp hazırlıkları, diğer taraftan da büyük devletlerin, bu işleri sulh yolu ile halletmek için müdahaleleri ve “İstanbul Konferansı”, iç siyaset bakımından da Anayasa’nın hazırlanıp ilan edilmesi gibi meseleler cidden kolayca halledilmeyecek meselelerdir.
Abdülhamit’in vaatleri ve meşrutiyetin ilanı:
Şeyh’ül İslam’ı ikna eden Mithat Paşa, akıl sağlığını kaybetmiş olan Sultan Murad’ın tahttan Abdülhamit lehine resmen indirildiğini ilan etti. Abdülhamit Topkapı sarayına gitmek üzere üvey annesinin nişan taşındaki konağından ayrıldı.
Pek müsait vaatlerle padişah olduğu halde sonradan verdiği sözü tutmak istemedi. Kanun-ı Esasiye derhal ilan edeceğini, hükümete ait işlerde toplanacak olan Meclisin reyini alacağını, Sadullah Bey’i mabeyin başkâtipliğine, Namık Kemal ile Ziya paşayı kâtipliklere alacağına söz vermişti. Hâlbuki başta Sait Paşa olduğu halde, muhafazakâr olanları sarayın mühim vazifelerine yerleştirdi. Cülus hatt-ı hümayununu hazırlamaya memur edinmiş olan Mithat Paşa, hazırladığı fermanda, Meşrutiyet’le idare edilen memleketlerde olduğu gibi “Başvekillikten, meşveret usulünden, saray masraflarının kısılacağından, cariye ve kölelerin azaltılacağından adli ve mali ıslahatlar yapılacağından, tedrisatın tevhit edilip Müslim ve gayrimüslimlerin bir mektepte, müşterek okuyacaklarından” bahsetmişti. Abdülhamit bunu kabul etmedi. Yalnız: “Bir Anayasa hazırlanmasını, Meclis-i Vükelaca tetkik edildikten sonra ilan edilmesini kabul edebileceğini bildirdi. Bunun üzerine bir “Anayasa Komisyonu” kuruldu. Komisyon’da Mithat Paşa, Namık Kemal ve Ziya Paşa da bulunuyorlardı. Meşrutiyetle ilan edilen devletlerin anayasaları tetkik edilerek, bir anayasa taslağı hazırlandı. Bu taslağın mecliste müzakereleri pek şart münakaşalara yol açtı. Müzakereleri adım adım takip eden Padişah ile Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ve kraldan ziyade kralcılar, “teklif edilen maddelerin kabulü demek Padişah’ı hak ve salahiyetlerinden tamamen tecrit etmektir” diyorlardı. Dışarıda ise Meclis’e Hıristiyanlardan da mebus girecekmiş onlar ile şeriata aykırı kanunlar yapılacakmış,” gibi propagandalar yapılarak liberaller grubu susturulmaya çalışılıyordu. Liberaller Anayasayı aynen kabul ettirmede mühim engellerle karşılaştıklarından, hiç olmazsa gayeyi kaybetmemek için kendi düşüncelerinden fedakârlık yapmak zorunda kaldılar. Hatta kendi aleyhlerine olduğunu bildikleri halde” vatan ve milletin selameti mevzuubahis olunca padişah, herhangi bir vatandaşı tutup, hudut dışına çıkarabilir” şeklindeki meşhur 113’ncü maddeyi bile kabul etmek zorunda kalmışlardır. Mithat Paşa, Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa da: “Hazırladığı kanun önce kendi başını yiyecektir” diye haber göndermiştir.
Meşrutiyetin ilan edildiği gün medrese ve diğer mekteplerin talebeleri Mithat Paşa’nın konağı ile sarayın etrafında toplanarak: “Yaşasın padişahımız, yaşasın sadrazamımız” diye bağrışarak alkışlamışlardı. Yine o gün II. Abdülhamit, Mithat Paşa’ya bir hatt-ı hümayun göndermiş ve halka okunmasını ilave etmişti.
Devam edecek…