Yüce Allah kadını kadın , erkeği erkek olarak yaratmıştır. Kadına kadın, erkeğe erkek özelliği vermiştir. İnsan doğuştan cinsiyetini tayin etme yetkisine de sahip değildir. Kadına yaranabilmek için, kadını erkekle yarışa sokmak, kadına en büyük ihanet ve hakarettir. Kadınların temsilcisi olarak bir kadın Peygamberimize sorar; --Savaşa erkekler gidiyor, ya şehit oluyorlar, şehitlik sevabı alıyorlar yada gazi oluyorlar. Cumayı, Bayramı onlar kılıyorlar ve sevabını yine onlar alıyorlar. Biz kadınlar bunlardan hep mahrumuz. Bu kadınlar için bir eksiklik, bir mahrumiyet değil midir? Peygamberimiz; --Savaşa giden erkeği, kadını hazırlayıp göndermiyor mu? -- Kadın evet deyince; Peygamberimiz; --İşte kadınlar erkeklerini hazırlayıp gönderdikleri için hizmetlerin hepsine ortaktırlar. Bir mahrumiyetlikleri söz konusu olmaz. Peygamberimiz Cennetlik kadınların vasıfların sayarken; “…Namuslu(iffetini koruyan), efendisine itaatkâr, kocasına karşı diline sahiptirler” Cehennemliklerin vasıflarını da sayarken; “… Kocasına dili ile eziyet eden, Allah’a resulüne ve kocasına itaat endişesi taşımayan kadındır.” Zamanımızda İslamiyet’e zarar vermek için eşitlik çok istismar edilmiştir. Eşitliği adalet yerine kullanıyorlar. Hâlbuki eşitlik başkadır. Adalet başkadır. Herkese adaletli davranmak mümkündür. Ama herkese eşit davranmak çalışana da çalışmayana da eşit ücret vermek demektir. Kadın erkek eşit demek, mühendis mi akıllı yoksa avukat mı daha fazla akıllı demek gibi bir şeydir. Bir avukat bir mühendisten, bir mühendis bir avukattan daha akıllı olabilir. Buna rağmen birçok erkekten daha akıllı kadın çıkabilir. Cinsleri, vasıfları farklı olanlar arasında mukayese edilmez. Mesela elma armuttan, armut elmadan daha iyi denilmez. Çünkü cinsleri farklıdır. Onun için elma ile armut toplanmaz denilir. Yüce Allah kadını ve erkeği ayrı ayrı özellikte yaratmıştır. Fiziki yapısı bir birine benzemez. Birbirine benzemeyen iki şey mukayese edilmez. Kadın ve erkek iki ayrı cinstir. Aynı işlerde çalıştırılsalar dahi, maharetli oldukları işler farklı olabilir. Elma ile armut mukayese edilmediği gibi, bunların da üstünlüğü mukayesesi söz konusu olmaz. Ancak vasıfları, özellikleri eşit olan iki şey arasında kıyaslama yapılır. Benzerlikleri olmayan, vasıfları farklı olan şeyler arasında kıyaslama yapılmaz. Ortaçağ Avrupa’sın da kilisenin baskısı altında kadına değer verilmez. Kadının gölgesinden kaçarlar, onlara yanaşmayı, bir arada bulunmayı günah sayarlardı. Onlarla karşılaşıp konuşmanın kendi gayret ve çalışmalarını boşa çıkaracağına inanırlardı. Kadını şeytani bir mahlûk olarak görürlerdi. Kadını, günahların kaynağı, kötülüklerin esası ,tahriklerin kaynağı, olarak görürlerdi. Dünya ya ve dünyadakilere her türlü bela ve sıkıntıları getiren kadın olduğu için daima tövbe edip günah çıkarmalı düşüncelerine sahiptiler. O devirde Hıristiyanlık kadını, insan nefsine şeytanın giriş kapısı kabul ederlerdi. Erkeği yasaklanmış ağacın meyvesini yemeye zorlayan, cennetten çıkarılmasını sağlayan Asli suç işleten olarak saymışlardır. Bugünde Hıristiyanlık Bundan dolayı her doğan çocuğu asli suçlu olarak doğduğunu söylemektedirler. İslam dini kadına değer vermiş, kadın haklarını korumuş bir dindir. Kadın değerini İslam da bulmuştur. Bu bakımdan “ İslamiyet kadına değer vermiyor, kadın erkek eşitliği yoktur demek” din düşmanlığından başka bir şey değildir. Müslümanlara atılan iftiradır. İslâm Dinî, kadın-erkek bütün insanların yaratılışta eşit olduğunu ilan ederek, kadını, insanlık şeref ve haysiyetine, gerçek benliğine ve kişiliğine kavuşturmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi, sırf birbirinizle tanışmanız diye cemiyetlere, kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır."(Hucurat,13) Kur’ân-ı Kerîm, kadın ile erkek arasında hiçbir ayırım yapmamakta, her ikisine de aynı hak ve sorumlulukları yüklemektedir. Bununla ilgili olarak âyet-i kerîmede: "Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, tâate devam eden erkekler ve tâate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevâzî erkekler ve mütevâzî kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allâh’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfât hazırlamıştır." (Ahzâb,35) buyurulur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de: "Kadın-erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler." buyur Hz. Ömer (r.a.) bir gün Medîne-i Münevvere’de Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in minberine çıkıp cemâate hutbe îrâd etmiş, hutbesinde müslümânlara, evlenirken mehri azaltmalarını söylemişti. Kadın cemaatten uzun boylu bir hanım çıkıp: "Ey Ömer, bunu söylemeğe hakkın yoktur!"demiş ve Kur’ân-ı Kerîm’den en-Nisâ sûresinin 20. ve 21. âyet-i kerîmelerini delîl göstermişti. Bunun üzerine Halîfe:"Allâh Allâh! Kadın, Ömer’le mübâhase etmiş ve onu susturmuş!.." diyerek sözünü geri almıştı. Bu örneklerden; kadın için aklî ve dînî yönden herhangi bir eksikliğin söz konusu olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Eğer böyle olsaydı, aklî yönden eksik olan bir varlığın, herhangi bir dînî sorumluluğunun olmaması gerekirdi. Oysa kadın ve erkek her müslümanın, Allâh’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak hususunda aynı derecede mükellef oldukları, âyet-i kerîmelerde açıkça belirtilmektedir.