Covıd-19 hasebiyle 2019-2020 eğitim ve öğretim yılı Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir sekteye uğradı. Hal böyle olunca birçok özel kurum ister istemez kısa süreliğine ekonomik krize uğradı. Uğradı uğramasına lakin yine olan bizim fedakar öğretmenlere oldu. Nasıl olmasın ki? Velilerin birçoğu; eğitim yok, yemek yok, hizmet yok… Kalan dört ay (Mart, Nisan, Mayıs ve Haziran) için neden para ödeyeyim ki!
Kendince haklı lakin unuttuğu bir şey var ki özel sektörde verdiği bu eğitim ücreti o yılki eğitim-öğretim yılının tamamını kapsamaktadır. Bundan ötürüdür ki eğitim ve öğretimin takriben (% 80) yüzde sekseni tamamlanmışken kalan üç dört ayın taksitini vermemek olmaz. Olmaz çünkü nihayetinde o kurumun idarecileri ve öğretmenleri hiç şüphesiz kaybedilen zamanın telafisini yapacaktır fazlasıyla. İşte bu noktada velilerimizin biz öğretmenler gibi fedakarlık gösterip bu konuda okuluna sahip çıkıp gelmeyen yeri getirmelidir. Tutup da kalan parayı vermemek için uğraşmamalıdır. Nihayetinde verdiği para sonuçta kendisine dönecektir zaten. Aksi takdirde önceki yazılarımda da dile getirmiştim, ortaya ister istemez büyük sorunlar çıkmaya başlıyor. Nasıl başlamasın ki... Kurum sahibi zarar ettim diyor, öğretmenleri işten çıkarıyor ya da daha uygun bir fiyata yeni bir öğretmenle anlaşıyor. Verilen emeklerin hepsi bir hesapta tabiri caizse havaya kuş gibi uçup gidiyor. Çekilen onca sıkıntı, stres, çaba, emek boşa gidiyor. Halbuki böyle olması mı gerekir? Elbette ki: HAYIR!
Gidiyor lakin kuru, boş gözlerle her ne kadar karşılıklı “hakkını helal et!” dese de dilinden; içinden bu cümleler dökülmüyor maalesef. Sonra da “eğitim de en iyisi biziz(!)” diyoruz. Ancak kendimizi kandırıyoruz. Herkes kendi rızkını yer. Eğitim işi bir kadro işidir. Bu kadro iyi yapılanıp herkesin hakkı verilirse ileri de bunun meyvesini fazlasıyla alır. Aksi takdirde “ağlayanın malı gülene hayır etmez” bir yerde tökezler; sonra da ne oldum ben böyle der, iş işten geçer…
Bu konuda hem velilerimize hem de öğrencilerimize büyük bir iş düşüyor. Sözü ve özü bir olmalıyız, okulumuza ve öğretmenlerimize sahip çıkmalıyız. Yanlış yapan varsa makul bir şekilde konuşulmalı ve meseleye bir çözüm üretilmelidir. Dava açmakla, kavga etmekle, sorun çıkarmakla hiçbir şey halledilmez. Dediğim gibi eğitim uzun soluklu bir maratondur, kadro işidir, bir vücudun bütün parçalarıdır. Hepsi ( veli, öğrenci, öğretmen ve işveren) bir araya geldi mi bir anlam ve bütünlük kazanır. Aksi takdirde verilen onca eğitimin de bir hayrı ve bereketi olmaz.
Bu özel sektördeki durum, peki devlet kademesinde olan öğretmenlere ne demeli… O zaman onlar da girmediği derslerinin parasını almasın. Devlet onların da her ay yatırdığı maaşlarını yatırmasın. Mümkün müdür sizce? Vallahi hepsi bir günde ayaklanır; meydanlara iner, “HAKKIMIZI VERİN!” diye. En azında özel sektördeki öğretmenler uzaktan eğitimle öğrencilerini takip etmekte ve sürekli iletişim halinde olmaktadır; fakat iş paraya yahut iş garantisine gelince hepsi de muamma. Bu sefer öğretmen de kendi hakkını almaya çalışınca da anında kötü öğretmen yaftasını yapıştırıyorlar. Sonra da mahkemeyle uğraş dur. İşte bu belirsizlik ortadan kalkmalıdır. ÇİFTE STANDARTLAR ortadan kalkmadıkça KUL HAKKI yenilmeye devam edecektir. Devlet bu işe bir çözüm üretmelidir. Devletteki bir öğretmenle özel sektördeki öğretmenlerin iş garantisi ve maaşı belirgin olmalı arada büyük uçurumlar olmamalıdır.
Hem bizler NİÇİN uğraşıyoruz? İyi bir eğitim, kaliteli bir eğitim… NEDEN? Çünkü refah, huzurlu ve güzel bir gelecek istiyorsak doğru bir eğitim ve öğretimden geçmeliyiz ve yetişmeliyiz, yetiştirmeliyiz. Daha biz yolun başında böylesine komik olaylarla uğraşırken iyi ve kaliteli bir eğitimden bahsetmemiz abestir. Kendi ayağımıza sıkıyoruz, demektir.
devam edecek…