Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa
(sav) Efendimizi, bu Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle daha iyi anlamak için O’nun hayatı hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Kısaca hayatı hakkında bilgi verecek olursak Efendiler Efendisi bu dünyayı 20 Nisan 571 tarihinde Pazartesi günü sabaha karşı Mekke’de doğarak yeryüzünü şereflendirdi. Yani Kameri aylardan Rebiü’l- evvel ayının on ikinci gecesinde. Efendimizin doğduğu bu geceye “
Mevlid Kandili” denir. Mevlid demek; doğum zamanı demektir, iki cihan sultanının yeryüzüne teşrifleri demektir. Doğduğu gecede bazı hadiseler vuku bulmuştur: “ Kabe içindeki putlar yıkılmış, Mecusilerin bin yıldır söndürmeden taptıkları ateşleri sönmüş, İran’daki Kisra’nın sarayından on dört burç yıkılmış, Sava gölü kurumuştur, Semave Deresi taşmıştır, büyük bir yıldız doğmuştur ve bunu gören Yahudi alimleri Tevrat’ta belirtilen peygamberin doğduğunu anlamışlardır.” Vesselam… Efendimize Muhammed isminin verilmesi doğduğu gecedeki mucizelerden birisidir çünkü o gece Kabe’nin yakınında bulunan dedesi Abdulmuttalib’in kulağına gelen bir ses: “ Şu an da oğlun Abdullah’tan bir çocuk dünyaya geldi. O’nun varlığı alemlere rahmettir. Çocuğun adını Muhammed koy” denilmiştir. Muhammed’in anlamı: “Arapçada ‘övgü’ kökü olan ‘hamd’ fiilinden türetilmiştir. Kısaca övülmüş, övülen anlamına gelir. Diğer adları ise Ahmed, Mustafa’dır. Babası: Haşimoğulları soyundan Abdülmuttalib’in oğlu Kureyş Kabilesinden Abdullah’tır. Annesi: Zühreoğullarından Vehbi’nin kızı Kureyş Kabilesinden Amine Hatundur. Dedesi: Abdülmuttalip, Süt Annesi: Halime, Sadoğulları Kabilesinden fakir bir kadındır. Kocasının adı: Haris, Peygamberimizin sütkardeşi olan kızının adı Şeyma’dır. Peygamberimiz
(sav) sekiz aylıkken konuşur, iki yaşına bastığında ise çok gösterişli bir çocuk olur. Dört yaşına kadar sütannesi Halime’nin yanında kalır ve beş yaşına bastığında da annesi Amine’ye teslim edilir. Altı yaşındayken annesiyle beraber babasının kabrini ziyaret etmek ve dayılarıyla tanışmak için Medine’ye gider. Nihayetinde akrabalarıyla tanışır ve babasının kabrini ziyaret ederler fakat dönüşte çok sevdiği annesi Amine, Ebva denilen kasabada hastalanır ve henüz kervan yola koyulmadan vefat eder ve orada toprağa verilir. Bu sırada yolculukta kendileriyle beraber olan hizmetçileri Ümmü Eymen, O’nu Mekke’ye ulaştırır ve dedesine teslim eder. Sekiz yaşına kadar dedesinin yanında kaldı o da ölünce vasiyeti üzerine dedesi, sevimli torununu amcası Ebu Talib’e emanet etti. Efendimiz on iki yahut on üç yaşına geldiğinde amcasıyla ticarete atıldı ve uzun bir süre bu işle meşgul oldu ve bu alanda doğrulukla dürüstlükle tanındı. Bu yüzden kendisine “
Muhammedü’l Emin” yani hiç yalan söylemediği için ve doğruluktan ayrılmadığı için “
Güvenilir Muhammed” denilmeye başlanılmıştır. On üç yaşlarındayken amcası Ebu Talip ile bir ticaret kervanına katılıp Suriye’ye yola çıktı. Busra denen yerde Bahira adında bir papaz O’nun son peygamber olacağını verdiği cevaplar ve sırtındaki et beni şeklindeki iki kürek kemiği arasında bulunan “nübüvvet mührü” nden anladı. Şam’daki Yahudilerden endişe eden Ebu Talip, yeğeninin başına herhangi bir iş gelmemesi için alış verişi Busra’da yaparak Mekke’ye döndü. On yedi yaşına geldiğinde güneye Yemen tarafına bir ticaret kervanıyla gitti ve ticareti öğrendi. Yirmi yaşlarındayken hırsızlık, gasp, eşkıyalık, zulüm ve haksızlıklara karşı bir tedbir almak amacıyla bazı Mekkelilerin oluşturduğu “
hılful fudul” adlı barış cemiyetine katıldı ve etkili bir üye olarak görev yaptı. Yirmi beş yaşına bastığında ise amcası Ebu Talip ve Hz. Hatice’nin kölesi Meysere’nin aracılığıyla iki kez evlilik yapmış ve her defasında kocası ölmüş olan güzel ve gösterişli bir kadın olmasından öte çok güzel ahlaklı olan kırk yaşındaki Hz. Hatice ile evlendi. Hz. Hatice’den ikisi erkek (Kasım ve Abdullah); dördü kız ( Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Fatıma) toplam altı çocuğu oldu. Yedinci çocuğu olan oğlu İbrahim ise Habeşistan Kralı Necaşi’nin kendisine hediye ettiği cariye Mısırlı Maria’dan olmuştur. Efendimizin çocuklarından Hz. Fatıma, Efendimizin vefatından altı ay sonra ölür. Evli veya bekar olarak değişik yaşlarda vefat eden altı çocuğu kendisinden önce ölür. Hz. Fatıma Ebu Talip’in oğlu Hz. Ali ile evlenir ve Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin dünyaya gelir. Bugün Efendimizin soyu kızı Hz. Fatıma’dan devam etmektedir. Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere “
şerif”; Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere de “
seyyid” denir. Otuz beş yaşına geldiğinde Kabe’de bulunan ve Haceru’l - esved yani nam-ı diğer adı “Kara Taş” denen taşı yerine koymada ihtilafa düşen kabilelere hakemlik yaparak kabileler arasında çıkması muhtemel bir kavgayı önlemiş oldu. Efendimizin kullandığı bu yöntem ise çok güzel bir örnek harekettir bizlere: “ taşı bir yaygı üzerine koyup bütün kabile reislerine uçlarından tutturarak taşıttırmış ve sorunu gidermiştir.” Kırk yaşına yaklaştığında Efendimizde insanların arasından uzaklaşıp kırsal alana çekilerek yaratılışın ve kainatın inceliklerini tefekkür etmek arzusu uyandı. Buna binaen belli sürelerde Nur Dağı’ndaki Hira Mağarası’nda kalmaya başladı. En nihayetinde beklenen müjde, yani peygamberlik (son nebi) vazifesi altı yüz on yılının Ramazan ayında ilk vahiyle geldi. Kendisine gelen ilk vahiy "
ikra" yani “
oku” oldu. Ayrıca Kur’an-ı Kerim ve Kadir Gecesi de indirilmeye başlandı. Efendimiz büyük bir korku ürperme ve heyecanla evin yolunu tuttu. Eve girdiğinde ise: “Hz. Hatice’ye üzerimi ört.” oldu ve daha sonra her şeyi ona anlatarak Hz. Hatice’nin ilk inananlardan olmasına vesile oldu. Daha sonra bu durum şu şekilde devam etti: “Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir, Hz. Zeyd, Hz. Bilal-i Habeşi… İslam’a davet öncelikle gizli gerçekleştirildi ve yakın akrabalardan başlanıldı daha sonra ise açıktan davetler başlandı. Bunun sonucu olarak da işkenceler ve zulümler baş göstermeye başladı. Ammar’ın annesi Sümeyye ve babası Yasir işkencelere maruz kaldılar ve İslam’ın ilk şehitleri oldular. Peygamber Efendimiz, kendisine inananlara İslamiyet’i anlatıp yaydıkça Müslümanların sayıları da hızla artmaya başlamıştır ve bu durum müşrikleri rahatsız etmeye başlamıştır. Bundan dolayıdır ki müşrikler, boykot kararı alarak Efendimize inananlara ve yakın çevre ve akrabalarına cephe alarak onlarla olan ilişkilerini, ticaretlerini ve konuşmalarını yasaklamışlar ve toplum içinden soyutlamaya çalışarak kenar mahalleye sürmüşlerdir. Önemli gördükleri kararı Kabe’nin duvarına astıkları için bu aldıkları kararı da Kabe duvarına astılar fakat gördükleri manzara karşısında şaşkınlıklarını ve korkularını gizleyemediler çünkü boykot metni böcekler tarafından yenilmişti. Böylelikle boykotu kaldırmışlardı lakin büyük ve zorlu sıkıntılarla geçen bu üç yıl Efendimizin eşi Hz. Hatice başta olmak üzere Müslümanları çok zor bir durumda bıraktı. Hz. Hatice rahatsızlanarak vefat etti. Akabinde amcası Ebu Talip öldü. Oğlu Kasım da aynı tarihte vefat etti. Ve bu durum tarihe “
Hüzün Yılı” olarak geçti. İnsanları Allah’ın dinine davet etmede ödün vermeyen Peygamberimiz her şeye rağmen büyük bir aşk ve şevkle tebliğsini yerine getirmek için yardımcısı Zeyd ile Taif şehrine gitmişler fakat orada çocuklar tarafından taşlatılarak vazifesini yapmaya müsaade etmemişlerdir. Nihayetinde bütün bu olumsuz gibi görünen durumların sonunda felaha ulaşmıştır çünkü alemlerin Rabbi, Efendimizi bir gece ansızın “Mescid-i Haram”dan alarak “Mescid-i Aksa”ya götürüp huzuruna davet ederek “Mirac”a yükseltmiştir. Sonuç olarak kendisini ve Müslümanları sevindirecek haber ve hediyelerle dönmüştür alemlerin Rabbi olan Hz. Allah’ın huzurundan. Medine’den Mekke’ye gelenlere İslam’ı anlattı ve ilk yıl altı kişi Müslüman oldu. Ertesi yıl peygamberliğin on ikinci yılında gelen o iki kişilik bir grup, Mekke yakınlarında bir vadide gizlice buluşup Müslüman oldu ve O’na ömür boyu sahip çıkacaklarına söz verdiler. “Söz verme” demek olan bu biata, “Birinci Akabe Biatı” denir. Efendimiz, Musab bin Umeyr’i Medine’ye hoca olarak gönderdi. Peygamberliğin on üçüncü yılında Medine’den Musab’ın gayretleriyle Müslüman olan yetmiş beş kişi geldi ve Peygamberimize bağlılıklarını ilan ettikleri “İkinci Akabe Biatı” gerçekleşti. Efendimizi ve bütün Müslümanları Medine’de koruyacaklarına söz verdiler. Efendimizin İslamiyet ile ilgili çalışmaları, müşrikleri çok rahatsız etmiş ve neticede müşrikler Müslümanlara işkence yapmaya başlamışlardır. Hal böyleyken Allah’ın izni ve inayetiyle Efendimiz, Mekke’den Medine’ye hicretin yapılmasına karar vermiştir. Gruplar halinde hicret yapılmış ve en son olarak da Peygamberimiz, yatağına Hz. Ali’yi yatırarak yanına da bir rehber ve Hz. Ebubekir’i de alarak 622 yılında Medine’ye hicret etmiştir. 622 Miladi yılı Hicri takvimin başlangıcı kabul edildi. Efendimizin hicretinin haberini alan müşrikler peşlerine düşerek iz sürmeye başladılar ancak Efendimiz, Allah’ın izni ve inayetiyle Sevr Mağarası’na sığındılar. Mağaranın ağzına bir örümceğin ve güvercinin yuva yapması onları müşriklerden korumuş oldu. Kuba beldesine geldiğinde küçük bir mescid yaptırdı ve Cuma namazı kıldırdı. “Kuba Mescidi” yapılan ilk camidir. Medine’de bugün kabri İstanbul’da Eyüp ilçesinde bulunan Ebu Eyyüb El Ensari’nin evinde 7 ay kaldı. Mekkeli hicret eden Müslümanlara “muhacir”; Medineli yardım eden Müslümanlara da “ensar” denilmiştir. Mekkelilerle Medineliler arasında “muahat” denilen ve tarihte bir benzeri daha olmayan kardeşlik gerçekleşmiştir. Medine de ilk iş olarak kendisinin de inşaatında bizzat çalıştığı bir cami yaptırdı. Daha sonra yenilenen ve bugün kabrinin de içinde yer aldığı caminin adı “Mescid-i Nebi” yahut diğer bir ifadeyle “Mescid-i Nebevi”dir. Mescid-i Nebevi’nin bitişiğinde Peygamberimizin evinin yanında kendilerine “Ashab-ı Suffa” denilen Mekke’den gelen gençlerin bulunduğu “suffa” yani odalar da bulunuyordu. Bu genç sahabiler, Kur’an ve sünneti yazıyorlardı. İhtiyaçları zengin Müslümanlar tarafından giderilen bu gençlerin tek işi ilim öğrenmekti. Efendimiz Medine’de kurduğu İslam Devleti’nin başkanıydı. Allah’a ve Peygamberine kalbiyle iman etmediği halde diliyle iman ettiğini söyleyen ve ikiyüzlü anlamında kendilerine münafık denilen insanlar da Medineliler arasında bulunuyordu. Münafıklar, Hz. Aişe’ye iftira da attılar ve bu olaya ifk hadisesi denir. Namaz kılınırken önceleri bugün Filistin devletinin sınırları içinde yer alan Mescid-i Aksa’ya dönülürdü. Gelen bir ayetle Müslümanların yeni kıblesi Kabe oldu. Peygamberlerin peygamberliklerini ispatlamak için gösterdiği olağanüstü olaylara mucize denir ve Efendimiz mucizelerinden biri olan ve şakk-ı kamer denilen Ay’ın ikiye bölünmesi mucizesini gerçekleştirmiştir. Aşere-i Mübeşşere, müjdelenen on kişi, denilen ve dünyada iken cennetle müjdelenenlerin isimlerini açıkladı 624 yılında müşriklerle Müslümanlar arasında olan Peygamberimizin de katıldığı ilk savaş Bedir Savaşı’dır. İslam dininin en büyük düşmanı olma konusunda sembolü olan Ebu Cehil bu savaşta öldürülmüştür. 625 yılında Müslümanların müşrikler karşısında zor anlar yaşadığı onlarca şehit verdikleri ilk kanlı savaş Uhud Savaşı’dır. Hz. Hamza, daha sonra Müslüman olacak olan Vahşi tarafından bu savaşta şehit edilmiştir. Hudeybiye Anlaşması 628 yılında gerçekleşti. On bin kişilik bir orduyla 630 yılında Mekke’nin fethi gerçekleşti. Rum (Bizans) Kralı Heraklius, Habeş Kralı Necaşi, İran Kisrası Hürmüz ve Mısır, Gassan, Yemame gibi bazı devlet başkanlarına İslam’a davet mektubu gönderdi. Yüz bin kişinin katıldığı ölümüne yakın tarihte gerçekleşen ve ömrünün ilk ve son haccı olan Veda Haccı’nı yaptı. Veda Hutbesi diye bilinen meşhur hutbesini de burada okudu ve Müslümanlara Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı ve hadis de denilen sünnetini bıraktığını söyledi. Peygamberimizi sağlığında gören ve O’nun sohbetine katılmış acı ve sevinçlerini paylaşmış olan Müslümanlara “sahabe” yahut “ashab” denmektedir. Hz. İsa’ya sağlığında inanan on kişiye de “havari” denilmektedir. Genç komutan Üsama bin Zeyd’in komuta ettiği bir orduyu Bizans üzerine gönderdi. 8 Haziran 632 Pazartesi günü öğleye doğru 63 yaşındayken (Miladiye göre 61 yaşında) Medine’de Mescid-i Nebevi’nin bitişiğinde bulunan Hz. Aişe’nin odasında vefat etti. Hz. Ömer: “Kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla parçalarım.” diye üzüntüsünü dile getirmiştir. Orada yıkanıp cenaze namazı kılındıktan sonra yine aynı odada defnedilmiştir ve türbesi aynı yerdedir. Bu sırada Bilal-i Habeşi o içli sesiyle ezan-ı muhammediye’yi okumuş ve böylelikle Sevgililer Sevgilisine olan son vazifesini yerine getirmiştir. Efendiler Efendisi vazifesini yerine getirmiş ve artık alemleri O’nun yüzü suyu hürmetine yarattım dediği yareninin ilahi dergahına varmıştır. Rabbi Rahimimiz Efendimizin şefaatine bizleri nail eylesin ve O’nun sünnet-i seniyesi’nden asla ayırmasın inşaallah.
(Amin.) Kutlu Doğum Haftası Özel Yazı Dizisi 1