Netice olarak: Nerede fitne ve tahribat varsa, orada ona karşı bir hayır ve islahat söz konusudur. Demek islahat hareketleri İslâm ümmetinin fitrî bir ihtiyacıdır. Hz.Allah'ın (c.c.) kâinata koyduğu bir kanunun gereğidir. Ahir zamanda icitamî ve ahlâkî bozuklukların artması, küfür ve inkârın yaygınlaşması karşısında insanların manevi islahatçılara muhtaç olduğu sosyal bir realitedir. Nitekim sosyolojik olarak tarihe baktığımızda bu, hep böyle cereyan etmiştir.
Ehl-i sünnette Mehdilik, Şiilerde olduğu gibi, temel bir inanç değildir. O halde imanın temel esaslarından olmayan ahir zaman hadiseleriyle ilgili teferruat sayılabilecek meseleler için, kat'i delil aranmaz. "belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemek" yeterdir. Hadis kaynaklarımızdan Buhari ve Müslim'de ismen geçmediği doğrudur. Ancak "mehdi" rolünü üstlenen "imam", "halife" ve "hak üzerine devam eden taife" ve buna benzer tabirlerle mefhum olarak geçtiğini söylemek mümkündür. İbni Haldun dahi, mehdi hadislerini tenkit etmiş, ancak kökten reddetmemiştir. Az da olsa bir kısmının sıhhatini kabul etmiştir. Ayrıca her zayıf veya mevzu hadisin "manası yanlıştır", demek değildir. Hadis olduğu kesin değilse de, mânâsı doğru olabilir.
Bediüizzaman'a göre yeryüzünün belli bir bölgesinde, belli bir tarihte mehdi olarak bir şahsı beklemek gibi bir inanç yanlıştır. Zira her devirde, bu mânâyı taşıyan ıslahatçılar, faziletli şahsiyetler bulunabilir. Kötü olan tembelliğe düşüp her şeyi Mehdi'nin düzelteceğini, gaybî bir insanın gelip toplumları kurtarmasını bekleyerek uyuşmaktır. Mehdi gelecektir diye vazifeyi bırakmak, mükellefiyetten kaçmaktır. Mehdilik fikri gerçekten toplumu tembelliğe atıyorsa, yanlıştır. Lakin Amerikalıların, ülkelerini, Hz. İsa'ya yer hazırlamak düşüncesiyle yeşillendirmeleri gibi, Müslümanlar da Mehdi'ye zemin hazırlamak maksadıyla gayrete gelirlerse, netice itibariyle güzeldir.
Bediüzzaman'dan anlaşıldığına göre Mehdi bir şahıstan ibaret değildir. Faaliyetler geniş bir zaman dilimine dağılmış bir hareket, bir ekol ve bir cemaat olabilir. Zira hadislerde anlatıldığı üzere adaletin tesisini bir şahsın yapması mümkün değildir. Bir cemaat, büyük bir heyet, Müslümanların büyük bir topluluğu birlikte hareket ederse ancak başarabilir. Bizce Mehdiyi kavram olarak düşünmek mümkündür. Mü'minler her dönemde hayır ve iyiliğin yanında yer alırlar. Her dönemde de buna ihtiyaç vardır. Zira hayır ve şer kavgası her zaman olmuş, kıyamete kadar da devam edecektir. Dolayısıyla hayır yoluna devam edildiği sürece Mehdiye tabi olmaktan elde edilen netice kazanılmış demektir. Bir hayali Mehdiyi beklemek yerine, nerede hayır varsa orada bulunmak, daha isabetlidir. Her şeyin açık seçik olması imtihan prensibine ters olur. Mehdi olsa bile, onun Mehdi olduğuna dair gökten bir nida yapılmayacaktır. Bazı sahte Mehdiler çıktığı ve halkı kandırdığı doğrudur.
Bunun içindir ki sahte Mehdiler çıkıyor diye, Mehdilik fikrini kökünden reddetmek doğru değildir. Müseylemetu'l-kezzap gibi sahte paygemberler de çıktı, peygamberliği reddetmek gerekmedi. Sahte doktorların çıkması, doktorluk mesleğinin reddini gerektirmez. Bediüzzaman'ın görüşleri, kevnî kanunlarla uyumluluk arz etmektedir. Onda aklın sınırlarını zorlayıcı hususlar yoktur.
Netice itibariyle Bediüzzaman da Mehdilik meselesini imanın esasatından saymamaktadır. Bu bakımdan Mehdiye inanmayan bir insanı tekfir etmek doğru değildir. Bediüzzaman'a göre birçok Mehdi vardır. Âhir zamanda beklenen büyük Mehdi diğer Mehdilerin ve islahatçıların sonuncusudur. O da normal bir insandır. Olağanüstü bir şahıs değildir. Hizmetlerini kevni kanunlar çerçevesinde beynelmilel bir hizmet olarak gerçekleştirecektir.
devam edecek…