Osmanlı ordusu tarafından I. Dünya Savaşı esnasında 22 Aralık 1914 – 4 Ocak 1915 tarihlerinde Alman ve Avusturya cephelerinde ferahlık sağlamak üzere Kafkas cephesinde tatbik edilen bu büyük harekât, sadece askerî açıdan değil uğranılan kayıplar sebebiyle de manevi bakımdan kamuoyunda önemli bir yere sahiptir. Aslında Ruslar genel bir saldırıdan çok sınırlı bir harekâtla savaşı Türk topraklarına taşımak, böylece Kafkasya Müslümanlarının direnişe geçmelerine engel olmak istiyorlardı.
Enver paşa ise daha farklı düşünüyordu. O’nun “turan” tahayyülleri bu taarruz ile gerçekleşebilirdi. Orta Asya ile Anadolu’yu birleştirmek, Bakü petrollerine sahip olmak, Rus baskısı altındaki soydaşlarımızı kurtarmak başlıca amaçlarından idi. 100 bin kişilik kış kıyafeti yüklü gemimizin Ruslar tarafından batırılması, Yemen gibi sıcak iklimden entari tipi kıyafetleri ile Kafkasya’ya hazırlıksız gelen Osmanlı askerlerini bekleyen hazin son.
Türk ordusunun Sarıkamış’ta 90.000 şehit verdiği neredeyse genel bir kabul halini aldıysa da bu doğru değildir. Şehit sayısı konusunda en güvenilir tespit Ruslara aittir. Zira şehit naaşları, karların erimeye başlaması üzerine Rus yetkililerinin nezareti altında Müslüman köylülerden oluşturulan işçi grupları vasıtasıyla toplanıp imamlar gözetiminde icra edilen dinî merasimin ardından toplu mezarlara defnedildi. Büyük bir ciddiyetle yürütüldüğü anlaşılan defin işlemlerinin tamamlanmasından sonra her bir mezarın başına oraya kaç şehit defnedildiğini gösteren bir tabela asıldı. Böylece 18.000’i Sarıkamış civarında olmak üzere toplam 23.000 şehidin defnedildiği tespit edildi. Ancak bunların dışında naaşlarına ulaşılamayanlarla 11. Kolordu’nun Aras vadisinde verdiği şehitler de vardı. Bunlar da göz önüne alındığında toplam şehit sayısının Üçüncü Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse’nin de ifade ettiği gibi 30.000 civarında olduğu anlaşılır. Rusların kayıpları da çok fazlaydı. General Yudeniç’e göre Ruslar 26.000 asker kaybetmişti ve bunların bir kısmı donarak ölmüştü.
Faruk Nâfiz Çamlıbel’in ünlü “Han Duvarları” şiirinde, ismi geçen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’a da değinmeden geçemeyeceğim. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış Sarıkamış’tan sağ dönen bir askerdir aslında. Yemen cephesinden Sarıkamış cephesine sevk edilen askerlerden olduğu için üzerinde kışlık elbisesi bile yoktur. Savaş bittikten sonra köyüne, anne ve babasına dönmek için yola çıkar, ancak vereme yakalanmıştır. Ulukışla taraflarında kaldığı bir handa, köyüne ulaşamadan ölür, ölmeden önce de hanın duvarlarına aşağıdaki dörtlükleri yazar.
1922 yılının soğuk bir Mart ayında Kayseri Lisesi'ne atanan genç edebiyat öğretmeni Faruk Nafiz Çamlıbel bir yaylı arabayla Kayseri'ye giderken aynı handa misafir kalır ve Şeyhoğlu Satılmış'ın ölmeden önce duvara yazdığı o meşhur dörtlükleri görür ve ünlü şiiri Han Duvarları'na aktarır:
Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslımı el almış harem diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben…
On yıl var ayrıyım kına dağından
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben…
Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibâli
Yolcuyum bir kuru yaprak misâli
Rüzgârın önüne katılmışım ben…
Rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad mekanları cennet olsun.