“28 Şubat bir darbe midir, yoksa süreç midir” sorusu tam olarak cevaplanabilmiş değil. Çünkü etkisi ne kadar yoğun hissedilse de askeri müdahale öncekilerden farklı bir şekilde gerçekleşmiş ve yaşananların bir darbe olarak algılanması zaman almıştır.
Türkiye ‘de Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte demokrasinin vazgeçilmez unsuru siyasi hayata geçiş denemeleri başladı. 17 Kasım 1924 tarihinde kurulan cumhuriyetin ilk muhalefet partisi Terakki Perver Cumhuriyet Halk Fırkası, Şeyh Sait isyanında rolü olduğu, dini bağnazlığı coşturarak halkı cumhuriyete ve yenileşmeye karşı kışkırttığı gerekçesi ile 5 Haziran 1925 de kapatıldı. Bir takım gizli el, dış güçlerin de desteği ile demokrasiye ayar vermenin tohumlarını atmıştı. Bunu 1930,1960,1971 ve 1980 demokrasiye, millete darbe ve müdahaleleri izledi.
28 Şubat 1997 tarihinde milli güvenlik kurulu toplantısı sonucu bir muhtırayla başlayan süreci öncesi ve sonrasında yaşanan olaylarla ele almak gerekir.
1990’lı yıllardan itibaren yapılan yerel ve genel seçimlerde Refah Partisi’nin yükselen grafiği yakından takip edilmiş, bu gelişme Türkiye’nin muhafazakarlaşması, irticanın yükselmesi gibi ideolojik bir temelde ele alınarak, Refah Partisi’nin temsil ettiği Millî Görüş çizgisi devleti yıkmaya yönelik bir iç tehdit olarak algılanmıştır. Bu rahatsızlık, Refah Parti’sinin 1990 ve 1994 yıllarında yapılan yerel seçimlerdeki başarısının ardından 1995 genel seçimlerinde 1.parti çıkması nihayet 8 Temmuz 1996 da Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasıyla son çizgiye ulaşmıştır.
Erbakan’ın önce İran ardından 1996 ekiminde Mısır, Libya, Nijerya gezileri hakkında gensoru verilmesine neden oldu. Rektörler komitesi toplanarak hükümete Susurluk ve basına baskı konusunda sert uyarılarda bulundu.11 Ocak akşamı tarikat liderleri ve şeyhlere akşam yemeği verildi. Başbakanlık konutuna gelenler arasında davetli olmasına rağmen gelmeyen tek isim FETÖ lideriydi. İhtimaldir ki olacakları biliyordu. Ertesi gün gazeteler “irtica” manşetleri atmaya başlayınca bazı üst düzey subaylar gölcükte uzun süren toplantı yaptılar.
Sincan Belediyesi’nin düzenlediği “Kudüs Gecesi” programında sahnelenen “cihat” oyunu Sincan caddelerinde tankların manevralarına neden oldu.15 Temmuz’daki gibi siyasiler birlik mesajları veremediler. Erbakan siyasi arenada yalnız bırakılmıştı. ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz” Türkiye kaosa gidiyor, güç birliği yapmaya hazırız derken Cindoruk’un “RP düzeni silahla değiştirecek” beyanı soğuk darbeye açık bir davetiye niteliğinde idi.
Tüm bu gelişmeler karşısında söz konusu irticai kişilerin orduya sızmış olduğu ya da sızmak istediği izlenimine kapılan komuta kademesi tarafından geniş bir tahkikat başlatıldı.
Aslında orduya sızmalar doğru idi. Fakat muhtıracılar gözlerinin içine baka baka inlerde yer edinen FETÖ militanlarını ya görmemişler ya da görmezden gelmişlerdi. FETÖ başının Türk Silahlı Kuvvetlerini siyasete müdahale etmek ve muhtıra vermekle eleştirenlere karşı” asker demokratik yollarla konunun çözümünü istedi” demiştir.
Yine ulusal bir kanala verdiği röportajda “askerlerimiz her yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar konumları gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası ben zannediyorum, onlar bazı sivil kesimlerden daha demokrat. Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar. Kuvvet ellerinde olduğu halde mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan beri his öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. “
16 Nisan 1997 tarihli bu konuşmalar sanki 15 Temmuz 2016’yı işaret eder gibi. Evet bir gece ani baskınla siyasileri bertaraf edip onların yerine oturmayı çok arzu ettiler. Bin yıl devam edecek bir kaos planı hazırladıklarını zannettiler. Bir şeyi hesaba katmamışlardı; “milletin gücünü”.