Bizler, yıllarca ülkemizin ne kadar çok doğal zengiliği olduğunu dinleyerek büyüdük. Boğazlarımızdan bor madenimize, çıkarılan petrolden çıkarılmayana, doğal güzelliklerden tarihi eserlerimize kadar, çok fazla zenginliğimiz vardı. Bu nedenle ülkemizin dünyada eşi benzeri yoktu. Fakat ‘Bu kadar güzelliğe ve zenginliğe sahip bir ülke niçin geri kalır?’ sorusunu da soran olmadı. Doğu ve Karadeniz dağlık, Güneydoğu terör olduğu için, İç Anadolu ise su olmadığı için geri kalmıştı. Bir de gelişmemizi istemeyen iç ve dış düşmanlarımız vardı. Yani sebep biz değildik. Hep başkaları… Ama unuttuğumuz bir şey vardı, doğa herkese eşit davranmıyor ama zenginliğe ulaşıp gelişmek orada yaşayan insanlara bağlı idi. İnsanların imkanlardan faydalanması ya da şikayet etmesi belirliyordu. Onlar engelleri aşıp gelişmeyi, biz ise herşeyden ve herkesten şikayetçi olmayı seçtik. Onlar en büyük zenginliği ‘insan’ olarak gördü. Bu nedenle‘’İNSAN VARSA İMKAN DA VARDIR. ‘’ anlayışını uyguladı. Biz ise hiçbir zaman en büyük değerin ve zenginliğin insan olduğunu anlayamadık. Zenginlik olarak insanı değil doğayı seçtik. İnsanımıza ise şüphe ile baktık. İnsanlarımızı ve çeşitliliği zenginlik yerine tehlike olarak gördük. Bazı vatandaşlarımız(iç mihraklar) dış mihraklarla işbirliği yapıyor ve gelişmemizi engelliyordu. Bu iç düşmanlar ise bizim dışımızdaki herkesti. Bu nedenle ülkemizdeki herkes kendi grubu dışındakileri ülkeye ihanetle suçlar. ‘İnsanı yaşat ki Devlette yaşasın!’ Anlayışını ‘Devleti yaşat ki, İnsan yaşasın!’ olarak değiştirmiştik. Gelişim için eleştiride bulunanlar kabul görmüyordu. Onların ülkemizi kötülediği zannediliyordu. Bu nedenle ülkemizi eleştiren herkes düşman ve ülkemizin gelişmesini istemeyen vatan hainleriydi.Bu hainlere karşı bizler ülkeyi savunmalıydık, böyle düşünenlerin yok edilmesi ve zehirli fikirlerinin yayılmasının engellenmesi gerekiyordu. Bu da bizim en büyük vatani görevimizdi. Devletten önce milletin tepki vermesi bu nedenledir. Ülkemizin üç tarafı denizle dört tarafı düşmanla çevriliydi. Yani İnsanlarımızı zenginlik olarak görmek şöyle dursun, onları hain ve tehlike olarak görüyorduk. Biz dağlık olduğumuz için gelişememekten şikayetçi idik fakat dağlık olan ülkelerin gelişip zenginleşebileceğinin örnekleri vardı. Norveç İsveç, İsviçre İtalya vd. Çünkü onlar en büyük zenginliği vatandaşı olarak görmüştü. Oysa doğal zenginliği çok olan ülkeler ve biz onlardan çok gerideydik. Hala Çanakkalede ve kurtuluş savaşlarında fakir ve fukara oluşumuzdan, savaşlarda yenilgilerden şikayetçiyiz. Fakat Almanya ve Japonyanın bizden çok kötü oldukları iki savaşı atlattıklarını ve yeniden dirildiklerini görmüyoruz veya nasıl başardıklarını anlayamıyoruz. İnsanımıza değer verdiğimizi göstermek için; ‘çeşitliliğimiz zenginliğimizdir’ diyoruz ama her bir rengi ayrı bir tehlike görüyoruz. Kimi alevi, kimi dinci, kimi komünist, kimi Kürtçü, kimi Ermeni, kimi Rum ve daha niceleri. Özellikle bu tip gruplara dikkat edilmesi gerekiyordu, bunlar her an dış güçlerle işbirliği yapacak kişilerdi. Yıllarca devletimiz vatandaşına, vatandaşlarımız ise birbirlerine güvenmedi. Ve her zaman birbirlerini tehdit olarak gördü. Hala bu anlayışı sürdüren birçok insan var. En büyük zenginlik insandır. Çünkü yaratılmış en kutsal varlıktır ‘insan’. Kabeden de daha değerli olduğuna göre, bu çok değerli yaratığın değerini bilmeli ve ona o değeri göstermeliyiz. İnsanlarımız mutlu yaşadığı ülkeyi terk etmez ve mutlu yaşadığı ülkeye ihanet etmez. Bizlerin rahatı başkalarının rahatsızlığı üzerine kurulamaz. Bu nedenle insanımıza güvenmeli ve yaşam tarzına saygı duymalıyız. Önce insan demeliyiz. Çünkü bir yeri cennet ya da cehennem olmasını sağlayan yegane varlık insandır. Biz önce en değerli varlığın farkına varalım ve o zenginliğe sahip çıkalım. Gerisi kolay…