Âgâhî (18. Yüzyıl):
Bulunan bir cönkte XVIII. yüzyıla kadar olan âşıkların adı geçtiği için, Âgâhî de bu yüzyılın âşığı olarak kabul edilmektedir. Hızrî’nin şairnâmesinde adı geçen Âgâhî’nin âşığımız olabilme ihtimali yüksektir.
Sen hûblar şâhısın sultân ya handân
Rikâbında gerek yüz lâle güzel
Bırakmam desdimi asla yakamdan
Taksalar boynuma yüz lâle güzel
Yâr kabrim kazagör yektâsını bul
Hecele rı ze'yi yek ta sin'i bul
Fürûş-ı elmasını yektâsını bul
Sakın meyil verme yüz lâle güzel
Âgâhî şekvâmız yâre ne senden
Çektiğim hecr-i gâmı yâre ne senden
Diktiğim bir gül yâre ne senden
Gerekmez bizlere yüz lâle güzel
Âşık Ahmed (18. Yüzyıl):
Avusturyalıların Bosna’ya yaptıkları seferle ilgili olarak yazdığı bir destandan hareketle (1737), XVIII. yüzyıl âşığı olduğunu söyleyebiliriz.
Âşık Ali (18.yüzyıl):
1714 yılında Nasuh Paşa’nın öldürülmesi üzerine söylediği şiirden hareketle, yaşadığı dönemi belirleyebilmekteyiz.
Ne saatda geldim dünya evine,
Şümsitara qara baht olmuşam,
Taleyim bed, günüm qara, cefakeş,
Hicran evli, derd otaqlı olmuşam.
Eeleq qoymadı ki, birce yarıyam,
Gözüm açdım gördüm üzü qarayam,
Derd ü möhnet, hicran, qem serdarıyam
Bu dünyada derd sınaqlı olmuşam.
Eli'yem, çok çekdim derd ü beladan,
Qem el götürmedi men mübteladan,
Alem-i ervahda gal ü beladan,
Hof ciyerli, qara dağlı olmuşam.