20 yıl önce ABD, Afganistan’ı sonradan dünyanın ve kendi halkının başına bela olacak hale gelen bir ülkeyi yeniden inşa etme umuduyla işgal etti. Tabi bu işgali meşru hale getirmek için El-Kaide’yi öne sürdü. Amaç tek başına El-Kaide demek yanlış olur. Bölgede “büyük oyun” dan sonra açığa çıkan Rusya ve Çin tarafından doldurulmak istenen stratejik boşluğu doldurmaktı.
Şimdi, 100.000’den fazla can kaybı ve yaklaşık 2 trilyon dolar harcandıktan sonra Amerika’nın çabasının sonucu, geçen ay yaşanan ülkeden kaçış için umutsuz kapışma sahneleri… Yanlış giden neydi?
Kötü planlama ve doğru istihbarat eksikliği felakete kesinlikle katkıda bulunsa da aslında sorun 20 yıldır yapım aşamasındaydı. ABD, biraz kanun ve düzen sahibi görünen bir ülke yaratmanın tek yolunun sağlam devlet kurumları inşa etmek olduğunu henüz yolun başındayken anladı.
Pek çok uzman ve artık geçerliliğini yitirmiş teoriler tarafından cesaretlendirilen ABD ordusu, bu zor görevi bir mühendislik sorunu olarak şekillendirdi. Afganistan’da devlet kurumları, işleyen bir güvenlik gücü, mahkemeler ve bilgili bürokratlar yoktu, bu yüzden çözüm kaynak aktarmak ve yabancılardan uzman transferi yapmaktı.
Ulus inşasını yukarıdan aşağıya, “önce devlet” anlayışında bir süreç olarak gören ABD’li politika üreticileri, siyaset biliminde saygıdeğer bir geleneği takip ediyorlardı. Varsayım şöyledir ki, bir bölge üzerinde ezici bir askeri hakimiyet kurabilir ve diğer tüm güç kaynaklarını bastırabilirseniz, iradenizi dayatabilirsiniz. Fakat çoğu yerde bu teori en iyi ihtimalle sadece yarı doğrudur, Afganistan’da ise tamamen yanlıştı.
İktidarın devlet kurumları altında başarılı bir şekilde merkezileşmesi, daha yaygın olarak, ona tabi olan insanların rızasını ve iş birliğini içerir. Bu modelde devlet, bir topluma kendi isteklerine karşı dayatılmaz; daha ziyade, devlet kurumları bir nebze de olsa halk desteğini garantileyerek meşruiyetlerini inşa eder.
Yukarıdan aşağıya devlet kurma çabaları bir toplumun isteklerine karşı ilerlerse ne olur? Birçok yerde tek cazip seçenek geri çekilmektir. Ancak, uzun bir kan davası geleneğine ve yakın bir iç savaş tarihine sahip olan, son derece bağımsız, iyi silahlanmış bir toplumda, daha olası yanıt şiddetli çatışmadır.
Pakistan’ın Servisler Arası İstihbarat teşkilatı; askeri olarak yenilgiye uğratıldığında Taliban’ı desteklemeseydi, NATO insansız hava araçlarının saldırıları halkı daha da yabancılaştırmasaydı ve ABD destekli Afgan elitleri aşırı derecede yozlaşmasaydı belki işler daha farklı olabilirdi. Fakat şans, Amerika’nın “önce devlet” stratejisinden yana olmadı. Ve gerçek şu ki, ABD liderleri daha akıllı olmalıydı.
Amerika, Vietnam’da benzer bir yukarıdan aşağıya strateji benimsemişti ve bu strateji olağanüstü bir şekilde geri tepmiştir. Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni bastırmak için bombalanan yerler, Amerikan karşıtı isyanı daha da destekleyici hale getirmiştir.
Bundan daha da çarpıcı olan örnek, ABD ordusunun Irak’ta yakın zamandaki deneyimidir. Amerikalılar yerel grupların desteğini geliştirerek kalpleri ve zihinleri kazanmaya çalıştığında oradaki “dalgalanma” çok daha iyi çalışmıştır. Benzer şekilde, Pakistan’ın kırsal kesimlerinde insanların tam da devlet kurumlarının etkisiz ve kendilerine yabancı olduğunu düşündüklerinde devlet dışı aktörlere yöneldiklerini ortaya koymuştur.
Sonuç, muazzam bir insanlık trajedisi. Taliban en kötü uygulamalarına geri dönmese bile, Afgan erkekleri ve özellikle kadınlar, Amerika’nın başarısızlıklarının bedelini önümüzdeki yıllarda çok ağır ödeyecek.