Ne zaman Beyoğlu yönüne yolum düşse, Türkoğlu altında başım istem dışı sola döner. Bu konumum Beyoğlu Beldesi’ne değin sürer. Kimi zaman hayal dünyamda gezinir, nostaljime doyum ararım. Çocukluğumdaki Gâvur Gölü yansır, belleğimin ekranına dipdiri… Pırıl-pırıl sularıyla, Büyük ve Küçük deniz uzanır ufkumun altında. Üzerinde sakarca sürüleri bulut gibi iner, kalkar. Suya inişlerinde bir kayak gibi bir süre kayarlar topluca. Sonra dengelerini kurup birlikte su yüzünde yüzüşleri var ya onları, uzaktan seyretmeye doyamazdım. Yemyeşil sazlıklar arasında yüzlerce aynız (su gölekleri), çiçek açmış nilüferler arasında süzülen ördek grupları. Yavrularını peşine takmış ana ördekle baba ördeğin çalımlı özgürlüğüne, özgün görüntüsüne, Kabak Tepe’den kaç kez tanık olmuşumdur. Göl kıyısını belli bir uzaklığa kadar buradan izlemeye bayılırdım. Kimi zaman kunduzlar(susamuru, su iti) takılırdı gözlerime. Bababurun önündeki dişbudak ormanlarının kıyısında süt akı nergislerin sarı göbekleriyle uzun saplar üzerinde oluşturdukları taçlarını görür, kokusunu hisseder gibi olurum. Bababurun kayalıklarında sümbül, menekşe renk ve kokusuyla sanki esrikleştirirdi beni. Yol boyu yüzlerce ezilmiş su yılanlarını görüp ürperirdim. Batı kıyı şeridi boyunca uzanan yemyeşil dişbudak orman kuşağı… Üzerinde uçuşan, konup- kalkan binlerce kuş. Cıvıltıları, görüntüleriyle oluşturdukları albeni gözümü, gönlümü açarken, bir doğa orkestrası ruhumu dinlendirirdi sanki. Bataklık kıyı sularında binlerce organizma. Kuşlar, balıklar için doğal besin deposuydu. Hele o kan emici sülüklerin, insan müşterileri vardı. Kirli kanları emerler, o gün nedeni bilinmeyen yüksek tansiyonlu insanları ferahlatırlardı. Dişbudak ormanlarının karaya dayalı kıyı şeridinde binlerce büyük baş hayvan, sığır ve manda sürüleri, hepsi besili. Hangi birini sayayım ki. Kıpır-kıpır yaşam doluydu bu yeşil ve mavi kuşak. Hemen ileride Sümbüllü Mineden çuval dolusu avla, omzunda küreğiyle evlerine dönen avcılar. Biraz ötede ikiye bölünmüş et balığını(kayın) gölüğün(at) semerine yükleyen balıkçılar. Sazlıklar arasından kayıklarıyla süzülerek kıyıya yanaşmağa çalışan diğer avcılar. Bu avların, köyde takas yoluyla tüketime sunuluşu gelir gözlerimin önüne. Saçta kavrulan, mangalda ızgara ve şiş kebabı, suda somak ekşilisi yapılan karabalık. Çiğköftesinin başka bir tadı vardı et balığının.(yayın balığı) Hele yılan balığının saç kavurmasına doyum olmazdı. Kuşbaşı kebap, kıymalı sac böreği, haşlanıp suyuna pilav pişirilen kuşlar. Çevre köylerin değişmez besin ve protein kaynakları… Kamıştan kaval, dilli düdük yaptığımızı, sele, sepet örüldüğünü, yassı berdiyle barınak(ev) çatılarının kapatıldığını, hasır örüldüğünü anımsarım hep. Kova berdiyle semer yapan Ali Çavuş’u ise hiç unutmadım. Bu göl üstü sazlıkların en önemli müşterisinin Antepliler olduğu da belleğimdedir.
DEVAM EDECEK Not: “Kuşlarla Çırpınan Göl” Fotoğraf Sergisi, 23-24-25-26-27 Mayıs 2016 günlerinde PİAZZA-AVM.’de sizler için açık olacaktır.