İnsanı tanımak aynı zamanda Yaratan’ı tanımaktır, daha doğrusu O’nun (C.C) kudretine, ilmine ve diğer esmalarına ulaşmaktır, en azından bir kısmanı diyelim. O’na ulaşmak ise mutlulukların en yücesi olsa gerek.

Yavuz Sultan Selim: “Padişahı alem olmak bir kuru kavga imiş. Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş” diyor ya, işte o velilerinde yaptıkları aslında bu. Bizi alırlar, Yaratan’a götürürler…

Konumuz akıl, zekâ ve idrak üçgeninde insanı ele almak amacıyla böyle bir girişe ihtiyaç duydum. Çünkü akıl farklı, zekâ ve idrak farklı ama iç içe olan güçler bunlar. İşte bu muhteşem üçlünün nasıl çalıştığını ve birbirlerini nasıl etkilediklerini sizler için araştırdım.

Genellikle insanlık tarafından tam kapasite ile kullanılmayan beynin, özellikle akıl hasletiyle birlikte, Allah’ın insana en büyük lütfu, keremi ve ikramı olduğunun bilmeyen yoktur, fakat farkında olanlar azdır diye düşünüyorum. Ancak anlattıklarımdan sonra bu farkındalık artacaktır inşallah.

Beyin Cerrahı Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın: “Bir donanım olan beyin, insanı insan, ademi adam yapan veya yapmayın bir organdır. Akıl yazılımı, zekâ ise işletim sistemidir beynin!”

AKIL SAĞDA, ZEKA SOLDA YER ALIR

İnsan içinde Cenab-ı Allah güç merkezleri koymuştur. İki terazi kefesi düşünün, kefenin sağ tarafında KALP(ruh, vicdan, iman), AKIL vardır, sol tarafta ise ZEKA VE NEFİS vardır. Bu tarafa şeytani tarafta denilebilir, çünkü şeytan ile işbirliği yapmaya açıktırlar.

Sonra bu iki gurubun şubeleri de söz konusudur, hırslar, şehvet, azim ve ahlak v.b. Bu her iki gurubu yine kendi içinde destekleyen Rahmani ve Şeytani güçler söz konusudur. Örneğin İrade. Kişi cüzi iradesini, Külli İrade sahibine dayarsa, Rahmani yön güçlenir. Veya kişi nefsini yemek, içmek, uyumak gibi fiziki güçlerle desteklerse, şehvet artar, hırs çoğalır v.b

Kişi burada şunu bilmeli, eğer başarılı olmak istiyorsak, bu Rahmani yönden de geçerli, şeytani yönden de geçerli. Kişi sadece elinden geleni değil, elinden gelenin ötesin de gayret göstermeli.

Örneğin, hırslar, şan, şöhret ve şehvet kontrol edilebildiğinde ki bu mümkün, kalp, akıl ve irade kişiyi destekler. Bu durumda hırs ve azim kişiyi başarıya götürür. Hırsını kontrol edemez isen, bu defa kaybedersin.

Prof. Aydın bu konuda bizlere bir de uyarı yapar: “Başarının detayda gizlendiğini, ayrıcalıklı olmanın temelinde ince nüanslar yaptığını, başarı için yaşayabilmenin onur olduğunu, ancak şeytanın da bu ince detaylarda pusu kurduğunu aklından çıkarma!” Eyvallah.

ZEKA -AKIL İLİŞKİSİ

Zekayı bir bıçağa benzeten hocamız, “Bu bıçak doktorun elinde olursa ameliyat yaparak can kurtarır, katilin elinde olursa cinayet işler!” demiştir.

Bu sözleri Hakim Demir’in Zekayi Kullanabilme Metodu isimli kitabından birkaç cümle ile yerli yerine koyalım. “Zekâ, bilinen alanda faaliyete gösteren akla bazı noktalarda yardımcı da olur, bunu konular arası ilişki kurarken yapar! (s.15)

Zekâ insan ruhunun özelleşmiş bir kıvrımıdır ve ruhun ham idrak mekanizmasıdır… Zekanın mahiyetinde bulunduğunu düşündüğümüz “mahfuz bilgi” zekanın seviyesini belirlemektedir.  Ne kadar çok ön bilgi zekanın mahiyetinde mevcut ise ya da zeka ruhtaki ön bilginin ne kadarını kullanabiliyorsa seviyesi o kadar yüksektir. (s.17)

Zekâ genelde akıldan bağımsızdır, fakat akil ile birlikte faaliyette bulunur. Zekanın ham olarak topladığı bilgiler akıl tarafından değerlendirilir.

Yine enteresan bir bilgi, “Zekâ şuurun faaliyetlerine yardımcı olmaz. Şuur zekanın katsını zorla alır. Zekâ ile şuur arasındaki ilişki akıl ile zekâ arasındaki ilişkiye benzemez. (s.21)

Şu cümle hepsini daha net anlatır: “Zeka bilgi edinmek ve bilgi depolamak imkanına sahip olamadığı için, tanıma faaliyetlerini gerçekleştirdikten sonra onu muhafaza etmeyerek akla nakleder. (s.35)

Hatırlarsanız Mevlâna, Firavun ile Musa arasındaki hikayeyi anlatırken, zekayı Firavun’un veziri Haman’a benzetmişti. Haman, Firavun’u inkara yönlendirmişti. Bunun için zekaya değil, aklımıza ve kalbimizi güçlendirmemiz gerekiyor.  Ve burada tefekkür edip, Rabbimizin gücünü görmemiz yerinde olacaktır.