Anadolu'da bir "Kürdistan" bölgesi olup olmadığı konusu zaman zaman etnik ve ideolojik renge büründürülerek tartışma konusu hep yapılmıştır ve hâlen de yapıla gelmektedir.
Bu konu, tarihçilerle birlikte biz milliyetçilerin de - ülke bütünlüğünden duyduğumuz sorumluluk gereği - hep gündemimizde olmuştur.
Yusuf Halaçoğlu Hoca hem bir tarihçi (Türk Tarih Kurumu Eski Başkanlarından), hem de milliyetçi bir kişilik olması hasebiyle bu konuyu dair iddialara özellikle cevap verme ihtiyacı duymuş ve son zamanda sosyal medya kanallarıyla (Face ve Twitter’dan) şöyle seslenmiş: Anadolu Selçuklularının çöküş yılları olan Tevaif-i Mülûk döneminde onlarca Türk beylikleri kurulurken, kadîm yurtları olduğu iddia edilen Anadolu’da Kürtler neden bir beylik kurmamışlardı? “Nüfusları mı yeterli değildi, yoksa burada değiller miydi?”
Milletin bütünlüğü konusunda duyarlı STK’lardan Türk Ocakları, özellikle bu konunun çokça köpürtüldüğü 2012-2015 “çözüm süreci” yıllarında Türk Yurdu dergisi kanalıyla ve WEB Sitesinde onlarca makale yayımlayarak konunun muhataplarına uyarıcılık görevini yapmıştır. (Başta, gerek Şeref G. Başkanı Nuri Gürgür’ün, gerekse aynı zamanda tarihçi sıfatıyla G. Başkan Prof. Mehmet Öz’ün konuya özgü makaleleri, keza merhum büyük düşünürümüz merhum Nevzat Kösoğlu’nun daha 2009 Kasım’ında - bilhassa siyasîleri uyaran - "Tarihe Dikkat" başlıklı yazısı hem dergi sayfalarında hem de kitaplaşan çalışmalarında mevcut.) Biz de şahsen tarihçi olmasak da duyarlılığımız sebebiyle o dönem uyarıcılık çalışmalarına katılmış, ilimiz şubesindeki faaliyetlerden başka bir de Türk Yurdu'nda (önce 2012 Ekim’de WEB Sitesi, sonra derginin Aralık sayısında) hem sosyolojik hem tarihî kaynaklara atfen bir makale yayımlamıştık: "Mükrimin Halil Yinanç Uyarıyor: Mânasız Bir İsim, Kürdistan."
O yazımızda sosyolojik kanıtlardan başka büyük Selçuklu Tarihçimiz Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç'ın 1925 Şeyh Said İsyanı üzerine İstanbul'da yayımladığı "Mânasız Bir İsim Kürdistan" makalesini kullanmak suretiyle Hoca'nın zamanın gazeteci ve aydınlarını temel kaynaklara inerek nasıl uyardığını, bu anlamda Bitlisli İdris'e kadar 14 ve 15.yy.lardaki eserlerde Anadolu'da Kürdistan'dan bahseden (başta İlhanlı tarihçileri Reşidüddin ve Kâşânî olmak üzere) hiçbir tarihçinin bulunmadığını, İdris'in siyaseten yazdığı ve Yavuz Sultan Selim'e sunduğu Heşt Behişt adlı eserde bundan bahsederek bütün Doğu Anadolu'yu temelsiz bir şekilde “Kürdistan” olarak nitelendirdiğini, bu nitelemenin Şah İsmail'e karşı Sünnî Doğu Âşiretlerini bir set olarak kullanan Yavuz Sultan Selim'in de siyaseten işine geldiğini; keza aynı siyasetin bir de 19.Yy.sonunda Doğu Anadolu'muzu Ermeniye adıyla propaganda eden Avrupa'ya karşı - sanki "Ermeniye denmesindense Kürdistan denmesi evlâdır mülâhazasıyla" - Sultan II. Abdulhamid tarafından kullanıldığını, hatta bu adlandırmanın o dönem yapılan haritalara da konduğunu, Hoca'nın zamanın genç ve parlak bir tarihçisi olarak bunları vukufla, ama acı acı nasıl anlattığını yazmıştık. (Merhumun bu makalesi de tarafımızdan gönderilerek Türk Yurdu’nun 2014 Ocak Sayısında yayımlanmıştı. Son olarak Mükrimin Halil Beyin TTK. tarafından 2017’de toplu olarak yayımlanan MAKALALER kitabına alındı: s. 515-522)
Hasılı kelâm, “Anadolu'da Kürdistan” konusu ilmî olmaktan çok öteden beri hep siyasî bir malzeme hâlinde gündeme getirilmiştir. Mükrimin Halil Beyin kullandığı yedi büyük tarihî kaynağa göre tarihte Kürdistan bizim D. Anadolu'muzda değil, daha da doğuda İran-Irak mıntıkalarında ve birkaç şehir sathındadır. (Zikredilenler İran’da Erdelan, Luristan ve ve Hoy şehri ile Kuzey Irak’ta, Suleymaniye’nin doğusunda eski bir şehir olan Şehrizor’dur.) Nasıl soruyordu Halaçoğlu: Anadolu’da bir beylik de onların kurması için “Nüfusları mı yeterli değildi, yoksa burada değiller miydi?” Yukarıdaki çok özet bilgilerden anlaşıldığı üzere ta 1925’de Mükrimin Halil Yinanç cevap vermiş oluyordu: Hayır, burada değillerdi!.. Üstelik olanları da nüfus itibariyle yeterli değildi.
Oysa Kürdistan propagandistleri Halaçoğlu'nun dediği Tevaif-Mülûk’tan da önce Doğu Anadolu'da kurulan yüz yıllık Mervaoğulları beyliğine sahip çıkarlar (yıkılışı 1085.) ilgilenenler bilirler. Mükrimin Halil Bey “DİYARBAKIR” adlı tafsilatlı makalesinde (bu da Makaleler kitabına alındı), o yıllar ahalisi Arap olan Diyarbakır ve çevresi şehirlerdeki Beyliğin sadece kurucularından bir kısmının (bunlardan 'Baz' adlı çobanın) Kürt asıllı bilindiğini yazar. Aslında bir "Kürt Beyliği" değil, bir “İslâm Beyliği”dir; zamanın diğer beylikleri Şeyhoğulları ve Hamdanîler gibi Abbasîlerin valilerinden başka bir özelliği olmayan aileler tarafından yönetilmişlerdir.
Türk Milliyetçileri açısından ise “Kürtler” konusuna gelince, onlar özbeöz bu milletin evlâdı yahut kardeşidir. Araplar ve Acemler gibi onları kendimizden farklı görmemiş, ayrı birer bölgede tutmamış, bu insanlarımızla hep iç içe karışmış ve kaynaşmışız. Ayrıca tarih, dil, folklör ve kültür araştırmacıları Türk-Kürt ayrılığından çok birliğine dair yüzlerce kanıt sunuyorlar. Bunlardan birisi de araştırmacı dostumuz Ali Gültekin Biniş, tarih araştırmasından sonra da dil araştırmasına girişmiştir. Rahmetli Tuncer Gülensoy ve çok değerli talebesi Pof. Ahmet Buran’ın yolundan giderek yıllardır Kurmanca denilen kelimelerin köken araştırmasını yapmaktadır. (Gülensosy’un Doğu Anadolu Osmanlıcası -1986 - ve Kürtçe’nin Etimolojik Sözlüğü – 1994 - kitapları ile Buran’ın “Karma Diller ve İki Örnek: Kasik Osmanlıca ve Kürtçe”- 2006- makalesi meşhurdur.) Biniş’in tespitlerine göre, Türkçe, Farsça ve Arapça kökenli kelimeler kasıtlı veya doğal yollardan formaları bozulmuş ve günümüzde Kürtçe kelimler olarak sunulmaktadır. Buna karşılık sözde “Kürt dilcileri”, “240 bin kelimeden oluşan bir sözlük oluşturduklarını iddia ediyorlar. Ancak bu sözlüklerindeki kelimelerin kökenlerini nedense belirtmiyorlar. Sade bunlar değil, TDK dahi çıkardığı Kürtçe Sözlük’te, kelime kökenlerini belirtmedi.” Biz de diyoruz ki, bütün mesele etimolojide, yani kelimelerin köken araştırmasında düğümlü. TDK, “Kürtçe Sözlük” çıkarma kararı verdiğinde içinde Tuncer Gülensoy ile Ahmet Buran hocların da bulunduğu Arapça ve Farsça uzmanlarından oluşan bir “Kürtçe Etimolojik Sözlük Kurulu” teşkil etseydi, büyük ihtimalle (resmî planda) dananın kuyruğu kopacaktı. Ne diyelim, en hafif tabiriyle, Allah zamanın TDK yöneticilerine akıllar versin!.. (Buran’ın naklettiğine göre, ilginçtir, TDK’nun yapmadığını Rusya Bilimler Akademisi yapmış ve Kürtçe’nin Etimolojik Sözlüğü’nü 2001 yılında yayımlamıştır. Buna göre kelime kökeni itibariyle yaklaşık % 40 ve 40 olarak Arapça ve Farsça, % 15’i Türkçe, % 4’ü muhtelif dillerden ve sadece % 1’i belirsiz.)
Nihayet, Anadolu'da Kürdistan konusu siyasî bir tartışma olmakla kalmamış, çeşitli emperyalist saiklerle 19.yy’dan beri Anadolu'da, çeşitli bahanelerle çıkarılan isyanların aracı olmuş, son 40 yıldan beri de PKK kanlı terör örgütü âletiyle bütün ülkeye maddî manevî yaralar açmış, 40.000'den fazla insanımızın kanına canına mal olmuştur, herkesçe malûm. Ama Türkiye ve Türkler ne İran ne de Irak gibi Kürtçe konuşan ve kendisini de etnik köken itibariyle farklı soydan saymaya kalkışan insanlarını dahi tarihî ve sosyolojik planda asla kendi soyu ve sopundan ayrı görmemiş, onları bir bölgeye hapsetmemiştir. Bütün Anadolu ve Trakya’sıyla, İstanbul ve İzmir'iyle, 1950 sonrası sanayileşme ve yeniden şehirleşmeyle beraber hep birlikte daha çok iç içe geçmiş, bir ve bütün olma yoluna girmiş bulunmaktadır.
PKK Terörünün, emperyalizm tarafından 1980'lere giderken bu kadar kanlı ve soluklu olarak devreye sokulması tamamiyle bu sebeptendir. Bize göre, eğer sanayileşme ve şehirleşmedeki yeni yapılanma sosyolojik plânda milletleşme aşamasını tamamlasa, bölücülüğe malzeme kalmayacağı düşüncesiyle, PKK terörü tam da bu eşikte devreye sokulmuştur.
Askerî darbe dönemlerinin her ideolojik farklılaşmaya karşı olduğu gibi sözde “etnik köken farklılıkları”nı da otokrat usullerle “hâlletme” zorbalıkları, maalesef bölücülerin ekmeğine yağ sürmüş, propagandalarına güç katmıştır. Oysa o vahim uygulamalar bütün bir millet için kötü hatıralarla dolu ve asla genel bir kriter alınamazdı.
O hâlde Türkiye başta olmak üzere İran, Irak ve Suriye'den, yani dört ülkeden koparılmış "Tek Bir Kürdistan" yaratma çabası, dün olduğu gibi bugün de sadece emperyalizmin kullanışlı bir oyunu olarak maalesef hâlâ sahnede oynanmaktadır.
Dün olduğu gibi bugün de senaristi belli, aktörleri belli, silâhşorları belli!....
Dünyayı silâh namlusundan görmeye alışmış emperyalizm için geriye sadece tetikçiler bulmak kalıyor ve onları da buluyor hâlâ!.. Siyasî hatalarımızdan yararlanan ABD’nin Suriye’de alan açmak için sözde IŞİD ile savaş görüntüsü vererek PKK’yı nasıl PYD-YPG hâline getirdiği, onları yüzlerce tır silahla nasıl donattığı emperyalizmin en son ibretlik taktikleri olarak görünmektedir. Ona göre ölen de öldüren de kendisinden değil nasıl olsa; bırakınız devam etsinler!.. Yusuf Halaçoğlu, aynı paylaşımda onların “devlet kurma kültürünün olmadığı”ndan bahisle “endişeye mahal yok” demek istiyorsa, korkarım feci hâlde yanılıyor. Kuzey Irak bile yeterli örnek değil mi?… Onlara o devletçiği kimler kurdurdu? Afrika’daki onlarca kabilenin hangisinin devlet kurma kültürü vardı? Bir gün geldi, emperyalizm kötü sıfatlardan arınmak ve dünyaya şirin görünmek için çoğu Hıristiyanlaştırılmış bütün kabilelere peyderpey devletçikler kurdurdu. İpleri kendi elinde olduktan sonra hiç beis yoktu.
Ortadoğu'nun ise “cahş”ları öteden beri çok olmuştur.
Siz CAHŞ olmaya talipseniz, mayın tarlaları ne güne duruyor?!..