HAMAS’ın 7 Ekim sabahı İsrail’e Gazze’den attığı baskın füze atışlarıyla verdirdiği 1000’i aşkın çoğunluğu sivil zayiat ve sağladığı “beklenmedik başarı”, çok acı karşılık buldu. İsrail’in, o günden başlayarak yağdırdığı bombalarla binlerce sivili katletmesi yetmedi, 17 Ekim Salı akşamı Gazze’deki bir hastanenin vurulmasıyla, en son açıklamalara göre 500’e yakın (471 kişi) - hastane personeli dâhil - bizatihi hasta, çocuk, kadın ve sivil insan hayatını kaybetti (toplam Filistinli kaybın 3000’i geçtiği söyleniyor).
Dünya İsrail’in savaş hukukunu da çiğneyerek kullandığı orantısız gücünü ve bu akıl almaz vahşetini konuşuyor. Halkının sokaklara dökülmesi ve üç günlük yas ilânıyla samimi tepkisini koyan Türkiye bir yana, İslâm dünyası belki de sesi en zayıf çıkan taraf. Arap Birliği Genel Sekreteri X sosyal medya hesabından saldırıyı kınamış ve " suçluların yaptıkları yanına kar kalmayacağını" vurgulayarak "Batı bu trajediyi derhal durdurmalı." ifadesini kullanmış. (Müslüman Arap ülkelerinden ümidi yok ki, Batı dünyasına çağrı yapıyor olmalı.) İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) bir nebze olsun dişe dokunur bir açıklama yaparak "Bu suç, hesap vermeyi ve cezayı hak eden organize devlet terörüdür." ifadesi kullanmış. İlâveten bunun "insanlığa karşı işlenmiş bir savaş suçu" olduğunu kaydetmiş. Nihayet uluslararası toplumdan İsrail'in Gazze'de işlediği savaş suçlarına son verilmesi için acilen müdahale edilmesini ve Filistin halkına uluslararası koruma sağlanmasını da istemiş. Ama yine de çok eksik; çünkü üyesi bulunan 57 İslâm ülkesine yapabileceği âcil bir çağrı ve İsrail’i caydırabilecek yaptırımların îması bile yok!. Dış politika uzmanlarından yapılan en sağduyulu gibi gözüke değerlendirme, bugünkü şartlarda “geliştirilebilecek en makul inisiyatif, 7 Ekim öncesi statükonun dondurulması” şeklinde karşımıza çıkıyor. Peki o zaman Filistin dâvası, özelinde mazlum Gazze halkı, özellikle bu defa ilk saldırıyı başlatan HAMAS, bu “beklenmedik başarısı”ndan ne kazandı?!... Bütün bunlar, bu kadar masum insanın ölümü için değilse, ne içindi? İslâm dünyası ne kazandı, İnsanlık ne kazandı?"
İslâm dünyası" bu şuursuzluk, sorumsuzluk ve bu akılda oldukça, daha çok hezimetler ve katliam yaşarız!..
Bu akılla, Siyonist İsrail ablukasındaki Filistinliler, Komünist Kızıl Çin’e esir Uygurlar ve daha niceleri zulüm ve katliam yaşamaya devam edecekler gibi gözüküyor.
Mazlûm Filistin halkının sözde lideri Mahmud Abbas denen adam, geçtiğimiz aylarda yaptığı Kızıl Çin ziyaretinde, komünist liderlerine şirin görünmek ve güya Filistin dâvasına destek sağlamak amacıyla, Doğu Türkistan’da kurulan "eğitim" görüntülü toplam kamplarındaki mazlum Uygurlar için (insafsız bir şekilde) "terörist" sıfatını kullanabilmişti. Şu anda soydaşları, hem de hastanede İsrail bombalarına maruz kalır ve 500’e yakın insan can verirken, Kızıl Çin kılını kıpırdattı mı?
Ne FKÖ'sü, ne HAMAS'ı, hiçbirinin mazlum Filistin halkı için geçmişten günümüze yâr olduğu (ve gelecekte de yâr olacağı) kanısında değiliz!...
Dileyelim, İslâm İşbirliği Teşkilatı/İİT (eski adıyla İslâm Konferansı Teşkilâtı (İKÖ)" kuruluş misyonuna lâyık olsun, yani "adam olmaya" karar versin ve "bütün İslâm dünyasının sesi, vicdanı, iradesi" olmak istesin, gerekirse mevcut kuruluş amaçlarını da[1] tahkim etsin ve bütün mazlum Müslüman halkların, beraberinde Filistin’in de D. Türkistan'ın da Arakan’ın da dertlerine derman, yaralarına merhem olmak basiretini göstersin!..
Yoksa; her biri "kendi zamirlerinde emperyalist özellikleriyle" sinsi Kızıl Çin, İstilâcı Rusya ve iki yüzlü ABD, dünyanın - birbirine de rakip - patronları olmaya devam ettikçe, daha çok katliama ağlarız!...
Ya da bütün cepheleriyle fiilen kopacak ve nükleer silahlar patlayacak olan üçüncü bir Dünya harbinde müstahakkımızı bulur, insanlık olarak yok olup gideriz!..
Bütün mazlum Müslümanlara ve şu anda gündemde olan, üstelik atalarıyla 400 yıldan fazla kader birliği yaptığımız Filistin halkına, dualarımızla birlikte geçmiş olsun diyoruz!..
Ve şehidleri şehidimizdir, cümlesine yüce Mevlâ'dan rahmet diliyoruz!..
Her şeye rağmen;
Allah âkıbetimizi hayreylesin!..
[1] Kuruluş amaçları başlangıcından beri: “Üye Devletler arasında iş birliği ve dayanışmayı güçlendirmek, İslam Dünyasının hak ve çıkarlarını korumak.”tır.
(Bilindiği gibi, ilk adıyla “İslam Konferansı Örgütü”, “Müslümanların üçüncü mukaddes mabedi olan ve İsrail'in işgali altındaki Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa’nın, 21 Ağustos 1969 tarihinde Avustralyalı radikal bir Yahudi tarafından kundaklanması sonrasında İslâm dünyasında uyanan tepkiler üzerine, 22–25 Eylül 1969 tarihlerinde Rabat’ta ilk kez düzenlenen İslam Zirve Konferansı’nda alınan bir kararla kurulmuştur.” Yani, bugünkü adıyla İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluşuna vesile olan olay da “Filistin dâvası” olduğu gibi, eski ve yeni şartlarından (amaçlarından) birisi de yine “Filistin meselesinde, Filistin halkının bağımsızlık mücadelesini desteklemek ve yardım etmek”tir.)