Arzuhalcilik çok popülerdi bir zaman. Şehirde resmi dairelerin çevresinde iştigal ederlerdi arzuhalciler. Hükümet konağı, adliye, belediye, tapu dairesi…Resmi dairelerde işi olan arzuhalcinin kapısını çalardı. Şimdilerde pek kalmadı.
Arzuhalciler emekli noter katibi, emekli tapucu, emekli memur olurdu genellikle. Bunlar mevzuatın ıcığını cıcığını iyi bilirlerdi. Küçük bir ofiste bir masa sandalye, bir daktilo onlar için yeterliydi. Hatta gezici arzuhalciler vardı. Bunlar hemen kaldırım üzerinde kurarlardı daktiloyu. Otururlardı bir taburenin üstüne. Gözlerinde numaralı gözlük, kollarında kolçak… Çata pata yazarlardı vatandaşın derdini, şikayetini ilgili makama. Hem de cüz’i bir ücret karşılığında.
Bir avukat kadar bilgili olurlardı. Halkla içli dışlı. Alçakgönüllü insanlardı arzuhalciler.“İstida” denirdi makama yazılan bu tür mektuba. Hatta arzuhalcilerin bir başka adı da “istidacı”ydı. Sonraları istida yerine “dilekçe” kullanılır oldu. İyi oldu.
Anlaşıldığı üzere daktilo bir arzuhalcinin olmazsa olmazıydı. Daktilosuz arzuhalci düşünülemezdi.
Söz buraya gelmişken Osman Atilla’nın Arzuhalci’sini yazmamak olmaz:

“Arzuhalci, aziz dostum
Boş mu daktilonda kağıt?
Yaz derdimi, harf harf dağıt
Baksana ne hal olmuşum!

Şunun derdi, bunun derdi
Sabahtan akşama kadar
Cümlesi kaç para verdi
Elinde avcunda ne var?

Seni yazalım ilk önce,
Daha şerit eskimeden
Sonra, seninki bitince,
Ağır ağır söylerim ben

Senin gözlerinde dilim,
Bir şeyler sorarsan şayet.
Pul istemez arzuhalim,
Pula, imzaya ne hacet!

Yazık olmaz mı kağıda?
Kağıtlara sığmaz derdim
Ben, her iki dünyada da,
Arzuhalcilik isterdim.”

Daktilo deyince Çaladaktilo geldi hatırıma. Çalakalemden esinlenerek Ulvi Alacakaptan Çaladaktilo koymuş kitabının adını. Çaladaktilo’nun yayın yılı 1999.
Ulvi Alacakaptan, kısa ve öz Çaladaktilo’yu şöyle taktim eder:
“Elinizdeki kitapçık Bizans Kulislerinden başlayıp Çaladaktilo'ya uzanan zaman tünelindeki kısa yolculuğumdur. Ama yalnızca o kadar da değil. Lisede Kompozisyon'um 10 üssü yıldız, dilim sivri üssü keskin idi. Dilim hala öyle. Ona göre... Okurluğunuzu denk alın!”

Çetin Altan da daktilosundan asla vaz geçmeyen bir yazardı. Yazdığını da okuturdu doğrusu.

Gelelim benim daktiloya. Benim daktilom OLYMPIA marka. Cennet mekan Hacı Ömer abimin yadigarı. Yıl 1975. Şereflikoçhisar Çıkınağıl Ortaokulu’nda çalışıyorum. İlk görev yerim. İlk göz ağrım Çıkınağıl, şimdi Evren ilçesi oldu. Hacı Ömer abim Fransa’da çalışıyordu. İzne gelirken bu daktiloyu getirmiş bana. Hem de bir paket parşömeniyle birlikte. Öyle bir incelikle verdi ki:
-Bir yazara ne yakışır? Daktilo. Al gardaşım. Yaz. Yazarken de beni hatırla.
Çok sevindim. Lakin nasıl yazacağım?Bilmiyorum ki daktilo kullanmayı. Bir harfi aramak, ikinciyi bulmak mesele.Ne büyük işkence! Düşünebiliyor musunuz, daktilom var, yazamıyorum.
Bir çözüm yolu buldum.
Ankara’dan Daktilografi kitabı getirttim. Kendi kendime on parmak daktiloyu öğrendim. Yazma meselesini böylece hallettim.
Bilgisayar çağındayız. Ben Çetin Altan gibi ısrarcı değilim. Birkaç yıl oldu daktiloyu bırakalı. Bilgisayarla yazıyorum. Kolaylıklarından faydalanıyorum bilgisayarın. Ama daktilom da masamın bir köşesinde duruyor. Ona baktıkça Hacı Ömer abimi rahmetle anıyorum.