İnsanı hayran bırakan ve en usta sanatçıları kıskandıran muazzam bir evrende yaşıyoruz. Bakınca görmek isteyen için sayısız delil ve işaret var etrafımızda. En küçüğünden en büyüğüne kadar her şey yek bir ağızdan Allah diye haykırıyor. Amaçsız tek bir şey bile yok. Her şey yerli yerinde tam da olması gerektiği şekilde beğenimize sunulmuş. Denizlerin altındaki canlı türlerinden karada yaşayan sayısız türe kadar her şeyde bir estetik ve incelik gözlemliyoruz. Yüce Yaratıcımız, eşsiz sanatını sergilemiş. Bir an durup bunca mükemmel şeyin neden var olduğunu sorguluyor insan kendi kendine. Sonra anlıyor ki yaratma kudreti kendisine mahsus olan yüce Sanatçı varlığı ile ilgili sayısız iz ve işaret koymuş evrene. Bir hardal tanesinden evrenin derinliklerine… Bizler, Müslümanlar olarak; tarihsel serüvenimiz etrafında eleştirel çözümlemeler-yüzleşmeler-sorgulamalar yapmadık. Bugün de, karşı karşıya bulunduğumuz üzere, küresel-sömürgeci-emperyal kültürün kapsamlı üretkenliği karşısında, yerelliklere/geçmişe/milliyetçiliklere sığınıyoruz. Yerleşik bilgileri, kalıpları, çerçeveleri tartışılabilir hale getiremediğimiz için, hayatlarımızı eski-tozlu-çürük-küflü önyargılarla sürdürmeye devam ediyoruz, devam edebiliyoruz. Geçmişe özgü duyarlılık biçimlerinin, günümüzde tam karşılığı olmayabileceğini, geçmişi bütünüyle bugüne kazandıramayacağımızı düşünüyoruz. Manevi-içsel-batıni alana çekilen-kapatıla bir dini hayat, bu tercihleriyle kendisini hiçbir biçimde öngörülemeyecek tarihsel zamanların, gelişmelerin, olayların insafına-merhametine terk etmiş olur, tarihsel zamanlara, bu zamanların gerçekliğine yabancılaşır. İslam dünyası toplumlarında bugün gerçek durum aynen böyledir. Toplumlarımız, nitelikli/derinlikli entelektüel kadrolara, aynı niteliklere sahip dava adamlarına sahip olmadıkları için, İslam'ın dünya vizyonunu kaybetmesine-terk etmesine neden olan zihniyetin amansız bir eleştiriye tabi tutulması hiçbir zaman gerçekleştirilemedi. Günümüzde de, bu konu etrafında umut verici çalışmalar yapılmıyor. Dini hayat her şeyi ucuz iyimserliklere terk eden, düşünsel-zihinsel süreçleri tahrif eden kadrolar tarafından ele geçirildi. Düşünmeyi bilmediğimiz, terk ettiğimiz için sıradanlıklarla, ayrıntılarla, yüzeyselliklerle, bayağılıklarla, biçimciliklerle, tek boyutlulukla bütünleştik. Her şeyi sıradanlaştıran bir gelenek/zihniyet, sıra dışı tarihsel bir zihnin-zihinlerin ortaya çıkmasına izin vermiyor. Bu gelenek/zihniyet, analitik bir paradigmanın ortaya çıkmasına da izin vermediği gibi, Müslüman bireylerin dikkatli bir merakın öznelere olmalarına da geçit vermemiştir. Günümüz gerçekliğini tanımlama, çözümleme ve dönüştürme iradesi-yeteneği, üzerinde hassasiyetle durulması gereken önemli bir konu olmayı sürdürüyor. Hamasete kapanmayı değil, gerçeğe dönüşü mümkün kılabilecek bir tarih bilinci perspektifi üzerinde çok yoğun çalışmalar yapmamız gerekiyor. Bilinçli, bütünlüklü ve bağımsız bir tarih felsefesi perspektifini/kültürünü/yaklaşımını temsil ve tecrübe ediyor olabilseydik, coğrafyanın kader olmadığını kesinlikle kanıtlayabilirdik. Özel-bencil dünyaları aşabilecek, kültürel kabileleri/kabilecilikleri aşabilecek bir niteliğe sahip olabilseydik, bugün genel bilincin-ümmet bilincinin ahlaki ifadesi olabilecektik. Müslümanlar olarak, çok ciddi bir algı-anlam-bilinç karmaşası yaşadığımız için, zamanın çıkarcı mantığına teslim olduk, büyük sorumluluklar almak yerine, içe dönük kapalılıkları, mezhepçilikleri seçtik. Her mezhepçi-milliyetçi tercih, ortak aidiyet duygularımıza, ortak dilimize ve ortak vicdanımıza çok büyük zararlar verdi. Bugün, tarihin şiddeti karşısında, kendi dönemine İslami anlamda tanıklık edemeyen bir dil ve düşünceyi kullanıyoruz. Siyasal ilgilerimiz, bağlılıklarımız ve angajmanlarımız; ne yazık ki, düşünsel bağımsızlıklarımıza gölge düşürüyor. Düşünsel bağımsızlığımızı yitirdiğimizde, olayları derinliğine kavrama yeteneğimizi de yitiriyoruz. Toplumsal hassasiyetler ve bilincin, ulus-devlet çıkarları karşısında; eleştirel düşünceye geçit vermeyecek ölçüde kontrol edilmesi karşısında, sessiz ve tepkisiz kalıyoruz.