Her şey kendisinden öte bir amaç için vardır Kendisini aşmayan şeyler için “işe yaramaz” deriz Örneğin bir kalem yazmıyorsa, kendini aşmıyor demektir Bu haliyle kalem bile değildir Kendini aşmayan kalem kendine bile kalem olmaz Kalem kalamaz Kalem, kalem ise yazmalıdır Yaza yaza eksilmeli, eskimelidir
Kâğıtla buluştukça, el üstünde tutuldukça, kalemden fazlası olur kalem Kâğıtlar üzerinde hiçleşir yok olur ama bıraktığı izlerle yeni baştan var olur Peki ya kalemin yazdığı kâğıt okunur değilse, kâğıt olarak kalır mı? Mektup diye adlandırılabilir mi?
Yazı da, kâğıt da olduğundan fazla olmaya adaydır Bir çift göze değmeye değer olmaları gerekir Bir aklın kıvrımlarında yeni baştan akmalıdırlar Bir kalbin taraçalarında yeniden kanatlanmalıdırlar
Okunamayan mektup “mektup” olarak kalamaz Anlamsızlaşır Kâğıdı paçavralaşır Yazıları kargacık burgacık çirkinliklere iniverir Kendini aşmayan bir şey kendisi bile olamaz ilkesi bir kez daha okunur böylece Okunmaya değer bulunmuş bir mektup kıvrılır bir kenara Belki atılır Belki bir daha okunmamak üzere saklanır Tüketilir ama fazlasıyla var olur bir insan gönlünde Bir ruhtan bir ruha köprü olarak gidip gelir Küskünlük sellerini, suskunluk vadilerini aşar
Mektuptan fazlası olur Kelimelerin gömleğine sarılı anlamlar, harflerin el ele tutuşarak taşıdığı mesajlar kâğıttan da, kalemden de, yazıdan da ötedir
Peki ya mektubu okuyan insan? O nerededir? Anlamların buluştuğu bir kalbin sahibi olarak kendisi kendisiyle yetinmeli midir? Varlığın böğrüne eklenmiş bir soru işareti olarak kendini bitmiş bir cümle olarak mı görmeli? Varlığının anlamına nokta koyup kapatmalı mı cümleyi? “Ben benden ibaretim!” deme hakkı var mı insanın? Kendini aşmayan şeyler kendine kalmazdı hani
Toprağa tohum nasıl atıldıysa, insan da yeryüzünün toprağına öylece atılmıştır Tohum toprağa atılır Üzeri belki çamurla örtülür Derince bir çukurda tutulur Bunu yapan çiftçiler, tohumdan tohum olmaktan fazlasını bekler Tohumu toprağa toprakta kalsın diye atmazlar elbet! Faraza öyle sanırsa tohum, çürür, kaybolup gider
Yeryüzüne başını uzatmadığı için kaybedildiği bile fark edilmeyen talihsiz bir kayıp oluverir Eksikliği çekilmeyen bir eksik olmak ne büyük eksikliktir! Arayanı olmayan bir kayıp olmak ne acı bir kayıptır!
Tohumun kalbinde filiz olmak yazılıdır.
Tohumun özünde dal budak olup göğe uzanmak, yaprak yaprak, çiçek çiçek büyümek, meyveye durmak kayıtlıdır Tohum, kendi kabuğunun içine hapsolacak kadar küçük değildir Görünür hacminin sınırları içinde kalma hakkı yoktur Kabuğunu çatlatmalıdır Kendini aşmalıdır Kendinden öteye uzanmalıdır Kendinde kendinden fazlası olduğunu inanmayan bir tohum, “tohum” bile olamaz Toprağa atılmaz Ekilmez
İnsan da öyledir işte Kendinde kendinden fazlası olduğuna inanmalı Kalem gibi eksildikçe yazmalı Eskimeli ama yazmalı, iz bırakmalıdır Kalem gibi sivrilip güzelce yazma uğruna ömrü kısalmalıdır Tohum gibi kabuğunu çatlatmalı Dünya toprağına razı olmamalı Dünyada-şimdilik-olduğunu ama dünyadan ötesine yazgılı olduğunu hiç unutmamalı…
Dar bir ayakkabı giydin mi hiç? Ayaklarını sıkan ama bir türlü çıkarmak istemediğin bir ayakkabı Buraya fit olan o dar ayakkabı içine koyar kalbini-ayaklarını değil Buradan ötesini istemeyen kalıbının bir andan bir ana geçemeyen daracık hapsine sıkıştırır kalbini Sonsuzluğa açılan, temkine gelmeyen kalbinin kanatlarını bir tutam yem uğruna kafeslerde kanattıkça kanatır.
Kalbine bir bak Ne kadar çok emelleri var! Ne bitimsiz aşkları var!
Ne usanmaz hayalleri var Umutların ömrünün sınır çizgisinin çok çok ötesinde…
Emellerin ecelinin eşiğinden çok ötelere uzanıyor O yüzdendir herkes ama herkes ecelinin eşiğinde tökezler Kaçınılmaz sondur bu Öldüğüne razı olan yoktur Son nefesini alırken, nefese doyan yoktur Hangi yaş olursa olsun, ömrün bitişine razı olduğun bir rakam gösteremezsin
Ayağın takılır ecel eşiğine Gönlünün gözü ötelerde gördüklerine kilitlendi diye…
Ayağında dar ayakkabılarla nereye böyle?