Türkler İle Ermenilerin Karşılaşması
Türkler ile Ermenilerin ilk temasları Çağrı Bey’in 1016/1021 tarihleri arasında Anadolu’ya yaptığı keşif amaçlı akınları sırasında olmuştur. Daha sonraki dönemlerde Sultan Alparslan’ın önce Kars ve Ani’yi fethetmesiyle Türkler ve Ermeniler karşı karşıya gelmiştir. Bizans’ın ağır vergilerinden bıkan ve aynı dinden olmalarına rağmen Rumların, Ermenileri mezhep farklılığından dolayı ikinci sınıf vatandaş olarak görmeleri Ermenilerin Bizans’a olan bağlılıklarını zayıflatmıştı. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i yenmesiyle Anadolu’nun kapıları Türklere açılmıştır. Asırlardır Sasani, Müslüman Araplar ve Bizans arasında sıkışıp kalmış olan ve hiçbirine de yaranamamış olan Ermeniler, Selçukluların Anadolu’ya gelişiyle Türkleri yakından tanıma imkanı bulmuşlardır. Türklerin, Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde dillerine, dinlerine ve kültürlerine dokunmamış olmaları aralarındaki ilişkilerin dostluk seviyesinde iyileşmesini sağlamıştır. Türkler, fethettikleri şehirlerde zanaatla ve ticaretle uğraşan ve şehirlerin ekonomisine katkı sağlayan Ermenilere iyi davranmışlardır. Öyle ki cüzi miktarda vergi almışlar, asker vermeye mecbur tutmamışlardır. Bizanslılar, Araplar ya da Sasaniler gibi ağır veriler istemeyen, asker talebi de olmayan Türklerle barış içerisinde yaşayan Ermeniler, hem toplum olarak değer görmüşlerdi hem de kısa zamanda zenginleşmişlerdi. Türklerin Anadolu’ya gelişiyle başlayan dostane ilişkiler, Anadolu Selçuklu Devleti ve beylikler döneminde de devam etmişti. Moğolların Anadolu’yu işgalleri sırasında bu dostluk sayesinde Ermeniler, Türklerle birlikte yaşamaya ve onların yanında yer almaya devam etmişlerdi.
Muhteşem Osmanlı Döneminde Ermeniler
Osmanlı Devletinin kuruluşundan itibaren Türk Ermeni ilişkileri dostluk üzerine sürdürülmüştü. Hatta Osmanlı Devleti kurulduktan bir müddet sonra Bursa’yı fethedip başkent yapınca Kütahya’daki Ermenileri başkente çağırıp yerleştirmişti. Oysa Bizans, Ermenileri “Dağlı Hristiyan” olarak görüyor mezhep ayrılığından dolayı onların Bizans başkentine ve önemli şehirlerinin merkezine girmelerine müsaade etmiyordu. Sultan Orhan, onlara kendi dinlerinden olan Bizans’tan bile fazla değer vermişti. Fatih Sultan Mehmet, Bizans’ı ele geçirdikten bir müddet sonra Bursa’daki Ermeni Cemaatinin lideri Hovakim Efendi’yi İstanbul’a davet etmişti. Hovakim Efendi ile birlikte İstanbul’a göç eden Ermeniler, Samatya semtine yerleştirilmişti. Fatih Sultan Mehmet, Ermeniler için bir patrikhane inşa ettirip Hovakim Efendi’yi patrik tayin ederek, Ermeni milletine hiçbir milletin ve devletin o tarihe kadar vermediği değeri ve yetkiyi verdi. Ermenileri, Ortodoks Rumların boyunduruğundan kurtarmak kalmayıp dil, din ve kültür olarak yaşam alanı bulmalarına imkân sağladı.
Yavuz Sultan Selim Han, Çaldıran Seferi sonrasında Tebriz’den 300 Ermeni ailesini İstanbul’a getirmişti. Kanuni döneminde dünyadaki tüm Ermenilerin tek devleti Osmanlı olmuştu. Milleti Sadıka olarak anılan Ermeniler, 19. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı’nın asıl milleti Türkler kadar kıymet görmüştü. 1835’te Osmanlı ordusunu ıslah çalışmaları için İstanbul’a gelen ve sonra Anadolu coğrafyasını dolaşan Helmut Moltke, Türkler ile Ermeniler arasındaki dostane ilişkiyi gördüğünde, Ermenilerin Türk Kültürü ile olan münasebetlerine de dayanarak Ermenileri Türk Hristiyanları olarak adlandırmaktan kendini alamamıştı.
Millet-i Sadıka’dan İhanete Uzanan Yol
Osmanlı Devleti, 19. Asrın ortalarına doğru batılılaşma hareketleri çerçevesinde önce Tanzimat Fermanını ilan etmiş sonra da 1856’da ıslahat Fermanını ilan ederek hemen her alanda köklü ıslahatlar yapmıştı. Bu ıslahatlar çerçevesinde özellikle Islahat Fermanı ile Ermeniler Osmanlı coğrafyasındaki her millet gibi eşit haklara sahip olmuş, Osmanlı vatandaşı sayılmışlardı. Devlet memurluklarında ve il meclislerinin oluşturulmasında görev almaya başlamışlardı. Hatta Millet-i Sadıka olarak kabul edilen Ermeniler için Sultan Abdülaziz Han, 1860’ta Ermeni Milleti Meclisi Umumisi’nin kurulmasına müsaade etmişti. O kadar ki Yahudilerin ve Rumların devlet kademlerinden boşalan yerlerine Ermeniler vazifelendirilir hale gelmişti. Ne de olsa Ermeniler, Osmanlı’nın diğer tabaları gibi değildi ve Türk’ün sırtını döndüğü, aynı mezarlığı paylaştığı, aynı kaderi yaşadığı, ortaklık yaptığı sadık dosttu. Eğer Rum’a ve Yahudi’ye bir hak verilecekse ondan önce Alparslan’ın elinden tuttuğu, Fatih’in yücelttiği ve emanet ettiği Ermeni’ye bu hak peşin olarak verilmeli düşüncesi hakimdi. Tarihi boyunca bu şekilde davranılmıştı ve neticede 22 bakan, 29 paşa, 33 milletvekili ve yüzlerce yüksek rütbeli bürokrat Ermenilerden seçilmişti.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan 1877-1878 (93 Harbi) savaşından sonra Ruslar başta olmak üzere Avrupalıların yalanlarına inanan Ermeniler, geçmişi unutarak Türklere düşmanlık etmeye başladılar. Ayastefanos ve Berlin anlaşmalarıyla uluslararası sorun haline gelen Ermeniler, Hınçak ve Taşnak örgütlerini kurdular. Bu örgütler, kısa sürede Anadolu’nun birçok yerinden çeteler kurup Osmanlı’ya karşı Ermeni milletini isyana teşvik ettiler. Avrupalı ve ABD’li misyonerlerin tesiriyle Katolik ve Protestan mezhebine girmeye başlayan Ermeniler, Avrupalıların kendilerine sahip çıkacağını düşünerek Anadolu’da Türk, Kürt, Arap ayrımı yapmaksızın Müslümanlara karşı katliamlar yaptılar. 1895 ve 1896 yıllarında Anadolu’nun onlarca şehrinde isyanlar çıkardılar. İsyanlarda başarılı olamayınca da 1905’te Osmanlı padişahı, İslam halifesi Sultan II. Abdülhamid Han’a karşı Yıldız Suikastını gerçekleştirdiler. I. Dünya Savaşı başladığında ise Türk ordusu cephedeyken, Türkleri sırtlarından vurdular. Şehirlerde isyanlar çıkardılar, cepheye giden askeri müfrezelere saldırdılar. Erzakları ve cephaneleri yağmaladılar. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, 24 Nisan 1915’te bir emir çıkardı ve 27 Nisan 1915’te Tehcir Kanunu’nu uyguladı. İsyan eden Ermenileri cepheden uzak muhitlere taşınmasına karar verdi. Fakat I. Dünya Savaşı’nı Osmanlı Devleti kaybedince yaklaşık elli yıldır Türklerin düşmesini bekleyen Ermenilerin ellerine fırsat geçti. İşgal kuvvetleri Anadolu’ya ayak bastığında onlara Ermeniler öncülük ettiler. Beklentileri Ermeni devletinin kurulmasıydı. Martaş’ta Fransızlarla iş tutan ve bölgede Ermenistan kurma hülyasına girişen Ermeniler, yukarıda kaleme aldığımız Türk dostluğunu ve lütuflarını unutmuş olan Ermenilerdi. Neticede Ermeniler, kendi yurtlarını ihanette bulundukları için terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Yollarda soğuktan, açlıktan ve eşkıyaların saldırılarından telef oldular. Neticede onları kışkırtan Avrupalılar ise maşa olarak kullandıktan sonra işleri bitince kendi başlarına bıraktılar.
Dimyata Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Oldular…
Maraş’ta huzur içerisinde kardeşçe yaşayan Ermenilerin hiçbir eksikleri yoktu. Maraş’ın en güzel bağları, bahçeli evleri ve konakları onlara aitti. Kapalı çarşıdaki dükkânların birçoğu yine onlara aitti. Tarım arazilerinde Türkler onların yevmiyecisi olarak çalışır hale gelmişti. Öyle ki Maraş’taki 22 büyük çiftliğin 16 tanesi Maraş’ın önde gelen zengini Ermeni Agop Hırlakyan’a aitti. Maraşlılar, 1912 ve 1914 seçimlerinde Agop Hırlakyan’ı milletvekili bile seçmişlerdi. Ermeniler bu kadar rahat içerisindeyken Fransızların ve İngilizlerin yalanlarına inanarak dostları Türklere düşman oldular. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan oldular. Yerlerini yurtlarını kaybetmekle kalmadılar, yollarda sürgün yerlerinde açlık ve sefalet içerisin ölüme sürüklendiler ve maalesef Avrupalı dostları onlara sahip çıkmadılar.
Ermeni Diasporası’nın 4 T Politikası ve Asala
Ermeniler, Anadolu’dan ayrılıp gittikleri Avrupa’da ikinci sınıf vatandaş olarak varlıklarını sürdüler. Bir kısmı Latin Amerkika’ya, bir kısmı ABD’ye bir kısmı ise daha yakındaki Lübnan ve Suriye topraklarında yaşamlarını sürdürdüler. I. Dünya Savaşı sonrasında Türk’ün güçlü devleti tarih sahnesinden çekilince sahipsiz kalan Türkler ve Türk devlet adamlarına Ermeniler tarafından suikastlar tertip edildi. Talat Paşa, Behaeddin Şakir, Cemal Azmi ve Ahmed Cemal gibi İttihatçı paşalara ve siyasetçilere suikastlar gerçekleştiren Ermeniler, Avrupa’da Türk düşmanı olan ülkeler tarafından korunup kollandı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Avrupalı ve Amerikalı siyasilerin, Rusların, Vatikan’ın ve diğer Hristiyan cemaat ve cemiyetlerinin desteğini alan Ermeniler, güçlü bir diaspora kurdular. Ermeni Diasporası, Osmanlı döneminde yaşanan olaylarla ilgili yeni Türk devletinden toprak, tazminat ve tanınma üzerine kurdukları politikalarını dünyanın desteğini alarak gerçekleştirmek için her türlü yola başvurmaya başladılar.
Türk- Ermeni ilişkileri II. Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte başlayan soğuk savaş döneminde, tüm dünyada olduğu gibi, Rusya ve Amerika’nın planlamalarından etkilenmiştir. Ermeni Diasporası, Türk- Ermeni ilişkilerini 4T kodlaması üzerinden yürütmeye devam etmiştir. 4 T: Terör, Tanıma, Tazminat, Toprak talepleri şeklinde belirlenmiştir. Bu doğrultuda özellikle yurt dışındaki Türk büyükelçiliklerine, konsolosluklara ve THY bürolarına Ermeni teröristler tarafından saldırılar ve sabotajlar düzenlendi. Çok sayıda masum sivil bürokratımız haince kurulan pusularla katledildi. 1970 ve 1983 tarihileri arasında ASALA adıyla bilinen ve Türklere karşı Avrupalılar faşist örgütleriyle işbirliği yaparak saldırılar düzenleyen Ermeni Terör örgütü, maalesef ki yine Avrupalıların ikiyüzlü politikası nedeniyle cezalandırılmadı. Bu hal Türk devletinin yasal yollarla haklarını aramaya sevk ederken, milli hissiyata haiz Türk gençleri ( Ülkücü Harekât) Avrupa’da Ermeni terör örgütü Asala’ya karşı gayr-i nizami harp yöntemleriyle karşılık verdiler. Başta Abdullah Çatlı olmak üzere birçok ülkücü, Ermeni Asala Terör Örgütü’nün çökertilmesinde etkili oldular, masum Türk milletinin kanını döken teröristlerin korkulu rüyası haline geldiler. Ermeni canilerin bir kısmını ortadan kaldırdılar. Ermenistan ve Avrupa’daki Ermeni Diasporası Asala’nın masum insanlara yönelik katliamlarını örtemeyince yaptıklarını örtbas etmek üzere, örgütten ellerini çekiyor gözüktüler. Fakat Türkiye’nin büyümesini ve güçlenmesini istemeyenler ile Ermeni Diasporası el ele vererek görünürde Kürt haklarını savunan ama gerçekte Anadolu’yu ve Anadolu’da kardeşçe yaşayan Türk, Kürt, Çerkez, Laz ve Arap olmakla birlikte Türk milleti olmuş insanları hedef alan PKK’yı kurdular. PKK’nın üst düzey yöneticilerinin neredeyse tamamının Ermeni olduğu, öldürülen teröristlerin bedensel yapıları, üzerlerinden çıkan kimlikler, şahsı tanıtıcı iz ve işaretler Asala üyelerinin PKK çatısı altında birleştiklerini göstermiştir.
Karabağ’ın Haksız ve Hukuksuz İşgali ve Hocalı Katliamı
Türk-Ermeni ilişkileri Azerbaycan’ın kurulması sonrasında başka bir mecraya doğru da yayılmıştır. Özellikle Rusya ve Avrupalıların desteğini alan Ermenistan, Karabağ’da ve Hocalı’da insanlık tarihinin en büyük soykırımını gerçekleştirmişlerdir. Masum, silahsız insanları, kadınları, beşikteki bebekleri katletmişlerdir. Dünya devletlerine Türkler 1915’te katliam yaptı diyerek yalan ve yanlış bir algı oluşturmaya çalışan Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan 1922’ye kadar Van, Bitlis, Bingöl, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Diyarbakır, Maraş, Urfa, Antep, Adana, Kars, Ardahan ve Iğdır’da yaptıkları katliamların benzerini, daha vahşisini Azerbaycan’da Hocalı’da gerçekleştirdiler.
İşi Tarihçilere Bırakın!
Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra Türk-Ermeni ilişkilerindeki kötü durum aynı seyirde devam etti. 2005 yılından itibaren Türkiye’nin AB ve ABD ile olan ilişkileri çerçevesinde Ermeni Diasporası’nın kötü niyet üzere inşa ettiği politikayı başarısız kılmak, hakikatlerin ortaya çıkmasını sağlamak, Ermeni iddialarının yalan olduğunu uluslararası arenada duyurmak üzere Türkiye harekete geçti. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin Türk Tarihi Kurumu Başkanı Tarihçi Yusuf Halaçoğlu’nun ve ekiplerinin gayretleriyle oluşturulan politika ses getirdi. Türkiye, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Mesele tarihçilerin meselesidir, tüm dünyadan bağımsız ve tarafsız olan tarihçilerden müteşekkil bir heyet meseleyi araştırsın. Arkeologlar ve antropologlar toplu mezarların bulunduğu muhitlerde araştırmalar yapsınlar. Türkiye sonuna kadar arşivlerini açacaktır lakin aynı şekilde ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve Ermenistan ve ihtiyaç hasıl olduğunda diğer devletlerin de Ermeniler ile ilgili meselelerin aydınlanması için arşivlerini açmalarını talep ediyoruz.” sözleri meseleye tarafsız yaklaşan ülkelerin kamuoyunda takdir ile karşılandı. Fakat Ermenistan başta olmak üzere adı geçen hiçbir devlet arşivlerin açılması ve tarafsız tarihçiler den oluşan bir heyetin meseleyi araştırması konusuna yaklaşmadılar. Bu durum meselenin Ermeniler tarafında bir tarih meselesinden ziyade politik ve intikam hırsıyla yapılan iki yüzlü bir girişimden başka bir şey olmadığını ortaya koydu. Ermenileri, yüz küsur yıl önce kullanan Avrupalılar, ABD ve Rusya ise açıklarının ortaya çıkmasından imtina ettikleri için, kullanmaya devam etmek istedikleri için Türkiye’nin teklifine karşı üç maymunu oynamayı tercih ettiler.
Sonuç
Tehcir Kanunu’nun 100. Yılı’nda tüm dünyada Ermeni Katliamı yapıldı algısı oluşturmaya çalışan Ermeniler istediklerini elde edemediler. Türkiye Cumhuriyeti ise 24 Nisan 2015’te Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılı münasebeti çerçevesinde büyük bir tören gerçekleştirerek, dünya kamuoyuna gerekli mesajı verdi. Bugün hala Ermeni Diasporası 4T politikası doğrultusunda çalışmaya devam ederken, Avrupalı ve Amerikalı siyasetçiler de Ermeni Diasporasını Türkiye ile olan ilişkilerinde kullanmaya devam ediyorlar.
Millet-i Sadıka’dan ihanetle anılan, Türk katliamlarıyla adlarını duyurur halde olan Ermeniler, Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmuşlardır. Ermeni katliamına maruz kalmış, bebek, kadın, genç, ihtiyar ayrımı yapılmaksızın katledilen tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum.