Peygamberimiz (s.a.)’in hadîslerinde zikir ile gaflet arasında irtibât kurulduğu, insanların Allah’tan, zikrinden ve âyetlerinden gâfil olmamaları istendiği ve gâfil kalb ile yapılan duânın kabûl olunmayacağı ifâdeleri yer almaktadır.6 Allah Rasûlü gaflet kelimesini kullanmadan kalbini kaplayan bir dumandan bahsetmekte ve bu durumun tesîrinden kurtulmak için günde yetmiş defa istiğfâr ettiğini belirtmektedir.
Bu ifâdelerle kalbde gaflet tesîri meydana getiren mânevî baskıdan kurtulmak için istiğfârın önemi anlatılmaktadır.
Tasavvuf erbâbı gafleti en büyük musîbet ve kalbin kararmasına sebep olarak gördüklerinden gaflet uykusunu en derin uyku sayarlar. Çünkü gaflet olmasa insan, nefsinin arzularına kul olmaz. Gafleti kalbden kovmanın en sağlam yollarından birisi, Allah korkusudur.
Sûfîlere göre gafletle cehâlet arasında da bir irtibât vardır. Cehâlet gaflete zemin hazırlar. İlim ve mârifet ise gafletten kurtuluşa vesîle olur. Nitekim Mesnevî’de gaflet ile cehâlet irtibâtına dikkat çekilerek şöyle denmektedir:
Büyüklenmek kendini akıllı sananların gafletidir.
Su güneşten gafleti sebebiyle donmuştur.
Buzun güneşten haberi olsaydı buz olmazdı.
Yumuşak olurdu, sıcak olurdu; buzluğu kalmazdı.
Kul ile Rabb’ı arasındaki en kalın perde dünyâ sevgisinin doğurduğu gaflet perdesidir.
Dünyânın fânî lezzetleri insanı aldatır ve ukbâyı unutturur.
Hüdâyî hazretleri ne güzel söylemiş:
Uyanı gör gafletten
Geç bu fânî lezzetten
İç kevser-i vahdetten
Tevhîde gel, tevhîde
Gaflet perdesinin tamamıyla yok olması mümkün olmadığı gibi şart da değildir.
Çünkü insanın bâzen unutması ve gafleti, rahmet eseridir.
Eğer Allah Teâlâ sıddîk kullarının kalbine Hakk’ı tanıdıkları kadar korku verseydi, insanların bu duygularıyla hayâtlarını sürdürmeleri mümkün olmazdı.
Sürekli olarak Hakk’ın cemâl ve celâl tecellîlerini temâşâ etmeye güç yetiremeyen âşık ve sıddîklerin bâzen gaflete de ihtiyâçları olur.
Hattâ bâzı sûfîlere göre insana hiç gaflet ârız olmasa sıddîkler, Allah zikrinin verdiği hazdan telef olurlardı.
Allah gafletle ölümü unutturmasaydı insanlar, dünyâyı îmâra yönelmezlerdi.
Bu yüzden gaflet ve unutmanın bu türü, bir bakıma rahmettir.
Allah Rasûlü (s.a.)’nün mânevî yoğunluk dünyâsından soyutlandıktan sonra Âişe vâlidemize hitâben: “Kellimînî yâ Hümeyrâ/konuş benimle ey Âişe” buyurması mânevî yoğunluğun sürekliliğinin mümkün olmadığını gösterir.
Böyle bir şey şart ya da mümkün olsa Allah Rasûlü böyle buyurmazdı.
Ama yine aynı Allah Rasûlü mânevî yoğunluğu ve huzûru arttırmak için Hz. Bilâl’e: “Erihnâ bi’s-salâti yâ Bilâl/bizi namaza çağırarak ferahlat”buyururdu.
Bu iki durum biteviye zikir ve huzûr hâlini sürdürmenin mümkün olmadığının delîlidir.
Gaflet ve unutmanın felâket olan türü kişiyi kulluktan alıkoyar. Mücâdele edilmesi gereken ve insanı sıkıntıya sokan gafletin bu türüdür.
Bu tür gaflet insanın gönül dünyâsını yaralayarak ibâdetlerden haz almasını da engeller.
Gaflet konusunda inanan gönüllere en yüksek mesajı veren ölüm ve ölülerdir.
İnsanlar yakınlarının ölümünün ardından bu mesajları çok iyi anlar ve algılarlar.
Hattâ kendi içlerinde yeni kararlar verir, hedefler belirlerler.
Ama çok geçmeden unutulur bu bütün düşünülenler.
Her şey yine her zamanki gibi gafletin kurbanı olur.
Tevbe bozulur, kendi kendine verilen sözler unutulur.
Hayât böyle sürüp giderken bir gün ansızın Azrâil dayanır kapıya.
Randevu vakti gelmiştir.
Geri bırakılması ya da değiştirilmesi mümkün olmayan bir randevudur bu.
Bu randevuyu yüz akıyla karşılayabilmek gaflet perdesini ne kadar yırtabildiğimize bağlıdır.
Gafletin tuzağına düşen ansızın gelen ölümle sarsılacak, ama sonuç değişmeyecektir.
Bu yüzden günlük hayâtımızda zikre ayrı bir anlam ve önem vererek zâkirlerden olmaya bakmalı, gâfillerden olmaktan Allah’a sığınmalıdır.
Gafletten kurtuluşun yolu Hakk’a sığınmaktan geçmektedir.
Allah Rasûlü: “Allahım, göz açıp kapayıncaya kadar, hattâ ondan kısa bir süre beni bana/nefsime bırakma”14 diyerek nefsin ve gafletin girdabına düşmekten Allah’a sığınmıştı.
Biz de O’na sığınıyoruz.
Kalın Sağlıcakla…